Hafızanıza ne kadar güveniyorsunuz? Ya da… Başkalarının hafızasına ne kadar güveniyorsunuz?
Geçenlerde izlediğim bir film var. Orijinal adı “Memory” Türkiye’de “Hatır” adıyla gösterime girdi. İşte bu “Hatır” filmi nedeniyle bu aralar bu “Hatıra” “Hafıza” gibi kavramlara takmış durumdayım. Filmde benim bir oyuncu olarak çok beğendiğim Oscar ödüllü oyuncu Jessica Chastain var. Hikayede Sylvia adlı bir karakteri çok doğal bir şekilde canlandırıyor. Sylvia adlı bu karakter de eski bir alkolik ama şimdilerde bir sosyal hizmet görevlisi olarak çalışıyor. Bir gün eski okulunun düzenlediği bir mezunlar gecesi buluşmasından çıkıyor ve evine doğru giderken yine aynı partiye katılmış olan Saul’ün onu takip etmeye başladığını fark edip doğal ürküyor. İşte bu şekilde kendisini rahatsız edici bir şekilde evine kadar takip eden Paul’un, sabaha kadar kapısında beklediğini de fark edince olaylar gelişiyor. Paul aslında bir demans hastası… O hatırlamıyor, ama Jessica hatırlıyor. Hatırlıyor ama nasıl hatırlamak… Film şu anda sinemalarda gösterimde olduğu için “spoiler” vermek istemiyorum. Dileyenler kendileri gidip izleyebilir.
Sadece demansta ya da Alzheimer’da hafızayla ilgili problemler yaşamıyoruz. Ben de şu and çok şükür böyle şeyler yok ama yine de bazen bir şeyi almak için kalkıyorum, bir anda “ne için kalkmıştım ya ben?” oluyorum. Buna benzer durumları neredeyse hepimiz yaşıyoruz. O yüzden bu duruma bir isim de vermişler: “doorway effect” yani “kapı eşiği etkisi” deniyor. Yani kapının eşiğinden geçince, mekan değişince oluşabilen kısa süreli hafıza kaybı. Fakat bazen de hiç olmamış şeyleri hatırlıyoruz. Hiç yaşanmamış şeyleri… Eğer hatırladıklarımız gerçek değilse, neyin gerçek olduğuna nasıl karar verebilirsiniz? Şimdi size az önce bahsettiğim “Hatır” filminden bağımsız olarak; gerçek, yaşanmış bir hikaye anlatacağım.
30’lu yaşlarınızda hırslı bir restoran yöneticisisiniz. Yeni nişanlanmışsınız ve hayatınızın aşkıyla evlenmek için gün sayıyorsunuz. Midenizde adeta kelebekler uçuşuyor! Birlikte romantik bir akşam yemeğine çıkmak için anlaşıyorsunuz. Her şey çok güzel… Fakat eve dönüş yolundayken birden polis tarafından durduruluyorsunuz. “Acaba hızlı mı gidiyordum? Evraklarım da tamam, sorun olmasa gerek…” diye düşünürken, polis arabadan inmenizi istiyor. Ve bir anda tutuklanıyorsunuz.
Bu hikayesini anlattığım kişi aslında Steve Titus. Ve evet gerçekten tutuklandı, çünkü o gün işlenen bir tecavüz suçu, kendisinin kullandığı model bir arabada işlenmişti. Fakat bundan da öte, mağdura Titus’un fotoğrafı gösterildiğinde suçluya çok benzediğini söylemişti. Zamanlamalar da örtüşüyor gibiydi. Üstüne bir de mağdur mahkemede ifadesini değiştirip, “Kesinlikle bu adamdı, eminim!” deyince, tokmak vuruldu! Şüpheye artık mahal yoktu, Titus, suçluydu. Hapse mahkum edildi.
Fakat Titus, kendisinin masum olduğunu iddia ediyordu. Mağdur, suçun işlendiği arabada kahverengi bir dosya da görmüştü ve aynı dosyadan Titus’un arabasında da vardı! Fakat tüm bu kanıtlara rağmen Titus, suçsuz olduğunu, dosyayı da oraya sonradan polisin yerleştirdiğini iddia ediyordu. Hatta bu iş için araştırmacı bir gazeteci bile tutmuştu.
Şimdi size soruyorum. Sizce Titus suçlu mu, değil mi? Suçlu olsa neden bu iş için bir araştırmacı gazeteci tutsun? Cevabı paylaşacağım. Ama önce bu tür olaylarda karar verirken çok kritik rol oynayan o kavramdan bahsetmek istiyorum: Hafıza.
İnsanın hafızası çok sıradışı bir olgu ve hala onun tam olarak nasıl çalıştığını anlayabilmiş değiliz. Fakat hakkında çok şey öğrendik. Mesela önceden hafızanın böyle bir şey olduğunu düşünüyorduk. Bir anı defteri… Yaşanılanları tıpkı buraya yazdığımız gibi, buraya da yazıyorduk ve onlar orada kalmaya devam ediyordu. Ama hafızanın pek de böyle olmadığını anladık. Hafıza daha çok Wikipedia gibi çalışıyordu. Yani içerisine girip daha önceden yazılmış bir yazıyı değiştirebiliyorduk. Fakat esas ilginç keşif, başkalarının da onun içine girip değiştirebildiğini bulmamız oldu.
Nasıl yani? Başkaları bizim anılarımızı, bizim hafızamızı etkileyebiliyor mu? İnandırıcı gelmedi mi? Şimdi size ilk başta gösterdiğim sahneyle ilgili bir soru soracağım. Hani siyah pilot gözlüklü bir polis tarafından durdurulan siyahi çiftin olduğu sahneyi diyorum hatırladınız mı? Hatırlarsınız tabii. Geri dönmek yok ama! Bakın bakalım, sahneye… Polis siyah pilot gözlük mü takıyormuş 🙂
Bir kısmınız eminim doğru hatırlamıştır, ama çoğumuz bize yönlendirilmiş bir şekilde soru sorulduğunda, hemen o sahte anıyı kurmaya eğilimliyiz. Bu konuda 70’li yıllarda yapılmış ünlü bir araştırmada, gönüllülere simüle edilmiş kaza görüntüleri izletiliyor. Ve bu kaza görüntülerinde arabanın muhtemelen ne kadar hızda gittiğini tahmin etmelerini istiyorlar. Eğer soruyu “Bu ufak çarpışmada sence aracın hızı nedir?” diye sorarlarsa 40-50 kilometre gibi düşük değerler söyleniyor. Fakat “Bu feci çarpışmada aracın hızı nedir?” gibi abartılı bir ifadeyle sorunca hız tahminleri bir anda 50’den çok daha yüksek söyleniyor. Hatta öyle ki, camların kırıldığını iddia edenler bile oluyor. Camlar kırılmıyor 🙂
Fakat bu olayların hiçbiri travmatik değil. Yani, öylesine hatırlamamız gereken bir detayı yanlış hatırladıysak ne olacak… “Çok da ciddiye almadık ki.” diyebilirsiniz. Haklısınız da, hatta demelisiniz. İşin zor yanı, insanlara travmatik bir deneyim yaşatacak bir deney yapmanın etik sorunları olması. Bu yüzden bunu bilmek öyle kolay olmuyor. Fakat ABD ordusunda, böyle bir çalışma yapılmış. Bir grup asker, düşman tarafından ele geçirilmeleri durumunda başlarına gelebilecekler için eğitilirken, bunu test etmişler. Bu askerler 30 dakika boyunca işkenceye maruz kalmışlar. Ve bu sürenin sonunda, onlara bu işkenceyi yapanın kim olduğu sorulmuş. Fotoğraf gösterilerek bu muydu, yoksa bu muydu diye tanımaları isteniyor yani. Eğer bu askerlere, onların düşüncelerini yönlendirecek şekilde bu soru sorulursa, çoğunlukla yanlış kişiyi seçtikleri bulunmuş.
İnsan kendisine 30 dakika boyunca işkence eden kişiyi tanımaz mı? Eğer yönlendirilse, görünen o ki tanımayabiliyor. Titus vakasını hatırlayın… Sizce mağdur, acaba suçluyu yanlış hatırlıyor olabilir miydi? Hatırlarsanız başta suçluya çok benzediğini söylemiş, fakat dava sırasında fikrini değiştirip ‘Kesin bu kişi’ demişti. Titus’ın iddia ettiği gibi, polis tarafından yönlendirilmiş olabilir miydi?
Sahi nasıl olur da bu kadar önemli bir şeyi hatırlayamayız? Hatırlayamamak deyince akla ilk Alzheimer geliyor tabii. Bugün Alzheimer hala çözülmeyi bekleyen büyük bir problem. Belki pek fark etmiyoruz ama ölüm nedenlerine baktığımızda en baş sıralarda yer alıyor. Amerika’da 2021 yılında en çok ölüme neden olan sebeplerde yedinci sırada yer alıyor. Sekizinci sırada olan diyabetten bile yüksek! Ve bilin bakalım ne… Alzheimer hastaları, sahte anılar üretmeye yatkınlık gösteriyor. Bir nevi bize yönlendirilererek sorulan soru sonrasında, polisin siyah gözlüğü olduğunu sanmamız gibi. Hiç yaşanmamış bir şeyi, tamamen gerçekmiş gibi algılayabiliyoruz. Alzheimer hastaları böyle bir şey söylediğinde pek itibar etmiyoruz. Fakat biz de sahte anılar oluşturabiliyor olmamıza rağmen, sanki bu hiç olmuyormuş gibi davranıyoruz.
Belki de en çarpıcı örneği, bunun bireysel olarak değil de bütün bir topluluk olarak yaşanabiliyor olması. Haydaaa… Yani tamam bir şekilde bizim anılarımız değişti… Ya da sahte anılar oluşturduk. Ama nasıl olur da birçok kişi aynı anda, aynı sahte anıya sahip olabilir?
Mesela Pikaçu… Pokemon’u izleyenler muhakkak kuyruğundaki siyah çizgiyi hatırlayacaktır. Pardon… Aslında öyle bir çizgi yoktu. Fakat olduğuna yemin edebilecek milyonları bulabilirsiniz 🙂 Ya da Monopoly logosundaki şu adam. Sizce gözünde bir mercek var mıydı, yoksa yok muydu? Birçok kişi olduğunu sansa da aslında gözünde mercek hiçbir zaman olmadı. Peki sizce hangi Volkswagen logosu doğru? Soldaki mi? Birçok kişi bitişik olduğunu düşünse de aslında arada bir çizgi bulunuyor. Benzer bir şekilde birçok kişi Nelson Mandela’nın 1980’de hapishanede öldüğünü düşündüğü için bu fenomen, Mandela etkisi olarak adlandırılıyor. Tabii Mandela’nın 1980’de hapishanede ölmediğini tahmin etmişsinizdir. 2013’te, hayatını kaybedince birçok kişinin kafası karışmıştı.
Ama bence bunlardan en enterasanı, o dönemlerde çocuk olanların özellikle hatırlayacağı Türkiye’deki Hugo vakasıdır. O zamanlar evdeki tuşlu telefonlardan arayarak bağlandığınız bir yayınla, Hugo adlı bir karakteri yöneterek oyun oynuyordunuz. İşte telefonda 4’e basınca Hugo sola kayıyor, 6’ya basınca sağa kayıyordu. Siz de Hugo’ya engelleri aştırarak Cadı Sila’yı alt etmeye çalışıyordunuz. O zamanlar kısa sürede çok beğenilmiş ve çok popüler olmuştu. Hatta yarışmanın sunucusu Tolga Garipoğlu, tüm çocukların ‘Tolga abisi’ydi.
İşte o dönemler yayını izleyen birçok kişi, bir gün yayında bir çocuğun kaybedince önce Hugo’ya, ardından da onu teselli etmeye çalışan Tolga abiye küfrettiğini hatırlıyor 🙂 Hatırlıyor ama ortada hiçbir kanıt yok! Yarışmanın sunucusu Tolga abi ise, bu olayın hiç yaşanmadığını söylüyor. Hatta öyle ki çıktığı bir yayında bunu ispatlayana sıfır araba alacağını bile söyledi! 🙂 Kanal kapandığı için ortada arşiv falan da yok. Fakat birçok kişi bunu duyduğuna son derece emin. Üstelik programın yapımcısı, Tolga abi’nin aksine bunun yaşandığını söylüyor. Hatta bir Youtuber, o zamanlar Hugo’nun çekimlerindeki kameramana allem edip kallem edip bir şekilde ulaşmış ve röportaj ayarlamış. Bilin bakalım kameraman Osman abi olay hakkında ne diyor?
Siz ne düşünüyorsunuz? Bir yandan tüm bu Mandela etkilerine bakınca, toplumsal olarak sahte bir anıya sahip olmamız çok olası. Öte yandan, Tolga abi de benzer bir durumdan muzdarip olabilir. Ama kanıt yokken neye inanacağız? Burada önemli bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum. Çünkü savaş zamanlarında genellikle kanıtlar eksik olur. Böyle durumlarda anlatılan korkunç hikayeleri, sadece Mandela etkisine bağlayıp yaşanmadı demek, insanlık suçlarının üstünü örtecektir. Böyle durumlarda hem rasyonelliğimizi, hem de insanlığımızı korumamız çok önemli.
İşte tüm bunlara başta bahsettiğimiz Hatır filminden geldik. Hani Oscar ödüllü Jessica Chastain’in eski bir alkolik ve sosyal hizmetler görevlisini canlandırdığı filmden bahsediyorum. Bir mezunlar buluşmasında karşısına çıkan Saul, kendisini rahatsız edici bir şekilde evine kadar takip edip, sabaha kadar kapısında bekleyince, işler gelişiyordu. Bu arada Saul’ü canlandıran Peter Sarsgaard da filmdeki performansıyla Venedik’te En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü. Filmde, bu iki karakter arasındaki beklenmedik karşılaşma ikisini de derinden etkiliyor ve geçmişin kapılarını aralıyor. Fakat ne geçmiş… Duygusal bir dramın içerisine sürükleniyorsunuz ve sürüklendikçe karakterlerin hayatlarındaki hassas geçmiş ortaya çıkıyor. Eminim burada anlattıklarımdan bazı şeyleri, bu filmde de bulacaksınız. Bu videonun sponsoru MUBI, seyircilerle beyazperdede de buluşmanın önemine inanıyor. O yüzden HATIR filmini, 8 Mart’tan itibaren sinemalarda seyirciyle buluşturdu. Dileyenler bu ödüllü oyuncuların performanslarını sinemada izleyebilirler. Açıklamalar bölümünde bu kanala özel linki kullanarak özenle seçilmiş filmler için 30 günlük MUBI hediyesi de bir tık uzağınızda.
Titus’u hatırladınız mı? Onun durumunda üstüne bir de kanıtlar, kendisinin suçlu olduğunu gösteriyordu. Mağduru sahte anıyla suçlamak, sıradışı bir ithamdı. Fakat tuttuğu araştırmacı gazeteci Paul Henderson, gerçeği ortaya çıkarmayı başarmıştı. Olayın zamanlaması derinlemesine incelendiğinde, Titus’u gören görgü tanıklarının da ifadesiyle, onun olay yerinde olmasının mümkün olmadığı bulundu. Hapisten çıktıktan sonra Titus’ın ilk yaptığı iş, polisi ve diğer sorumluları dava etmek oldu. Çünkü hayatı kaymıştı. Nişanlısı kendisinden ayrılmıştı, hiç kimse böyle bir hüküm giydiği için ona iş vermek istemiyordu… İnsanların kafası bir kere karışmıştı. Daha doğrusu mağduru da sayacak olursak, iki kere karışmıştı. Ne yazık ki hayatı alt üst olan Titus, mahkemeden hemen önce stres kaynaklı kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti. Ailesi ise 2 milyon dolarlık tazminatta anlaştı. Olayda delil yerleştirmekten suçlanan polis memuru da birkaç yıl sonra hayatını kaybetti. Yıllar sonra başka biri, bu suçu işlediğini itiraf etti. Olayı ortaya çıkaran gazeteci Paul Henderson ise gazeteciliğin en prestijli ödülü olan Pulitzer’i kazandı ve ömrünün geri kalanını bu tür vakalara ayırmaya başladı.
Olayın mağdurunun yaşadığı zorluklar bir yana, tek bir sahte anı, birçok kişinin daha hayatını alt üst etti. 70’lerde yapılan araba kazası testini hatırlıyor musunuz? İşte bu meşhur deneyle adı anılan Loftus, bu davayla da bizzat ilgilenmişti. Kendisi bu tür olayların birçok kişinin hayatını ne kadar olumsuz bir şekilde etkilediğine birebir tanıklık ediyordu. Bu onu çok rahatsız ettiği için hayatını bu çalışmalara adadı. Bu gelişmeler sayesinde birçok kişinin suçsuz yere hapis yattığı bulundu ve serbest bırakıldı. Bu tür hafıza yanılgılarının sırrını çözmek için etik kurulu onaylı çalışmalar yapan Loftus, bazı psikoterapi yöntemlerinde sorunlar olduğunu fark etmişti. İnsanlar terapiye diye gidip, sahte anılarla geri dönüyordu. Bunun sonucunda ödülü ne mi oldu? Birçok kişi tarafından tehdit edildiği için yaptığı konuşmalara bile güvenlik eşliğinde çıkmak zorunda kaldı. Fakat bunlar onu yıldırmadı. Bugün halen University of California’da araştırmalarını yapmaya devam ediyor.
Bu arada, bu gözlüğü hatırlamış mıydınız? Hani siyah olduğuna sizi ikna ettiğim ama mavi olduğu ortaya çıkan gözlük… Neye inanacağınızı şaşırdıysanız, en başa dönün…