Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya adlı romanından bir bölüm. Kitapların sevdiğiniz bölümlerinin fotoğrafını çekip #okurmusun @barisozcan yazarak Instagram’da paylaşın, birlikte okuyalım.
Kategori: Kitap
Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılan ve 1943’te yayımlanan Küçük Prens adlı hikâyeden bir bölüm. Kitapların sevdiğiniz bölümlerinin fotoğrafını çekip #okurmusun @barisozcan yazarak Instagram’da paylaşın, birlikte okuyalım.
Yeni video serisi: OKU
Yeni bir video serisi başlatıyorum: OKU
Kitapların sevdiğiniz bölümlerinin fotoğrafını çekip #okurmusun @barisozcan yazarak Instagram’da paylaşın, birlikte okuyalım. İlk bölümde kendi yazdığım bir öyküyü okuyorum. Bakalım beğenecek misiniz?
Dünyanın en ünlü ve en şanslı uçan aslanı
Benim adım Leo.
Dünyanın en ünlü ve en şanslı uçan aslanıyım.
Aslanlar hiç uçar mı diye soran gözlerle bakmayın bana öyle. İnsanların uçması artık sizi nasıl şaşırtmıyorsa, bizim uçmamızı da kabullenmelisiniz. Afrika düzlüklerinde ava çıkan ormanlar kralı aslan mı kaldı bu devirde? Ben Dublin doğumluyum. İlk uçuşumu da şu an çalıştığım yer olan San Diego’ya gidebilmek için oradan yapmıştım. O zamana kadar hayatımda bırakın yabancı bir ülkeye gitmeyi, doğduğum hayvanat bahçesindeki kafesimden dışarı adımımı bile atmamıştım. Doğuştan tembel bir kediyim galiba ben. Neyse, nasıl uçtuğumu anladınız. Şimdi neden dünyanın en şanslı aslanı olduğumu anlatayım. İşim gereği San Diego’ya geldikten sonra bu kez New York’a uçmam gerekti. Bana uygun bir uçak bulamayınca, çalıştığım şirket sağolsun özel kafesli bir uçak imal etti. Tek motorlu “Spirit of St. Louis” tarzı bir uçak ama daha kısa kanatlı. İçine de yakıtını, suyu, sütü doldurdular. Onlar için ne kadar değerli olduğumu anlamışsınızdır. Şimdi düşünüyorum da ben aynı zamanda dünyanın özel uçağa sahip tek aslanıyım galiba. Uçak havalandıktan kısa bir süre sonra motoru teklemeye başladı, Arizona’nın üzerinden geçerken de tamamen durdu. Düşüşümüzü hayal meyal hatırlıyorum, hayvanat bahçesinde geçen çocukluk yıllarım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçivermişti. Ölmedik. Ne ben, ne de pilotum. Kafesim bile sapasağlam duruyordu. Sanırım pilotun yüzündeki mutluluk ifadesinin bir sebebi de buydu. Bu ıssız yerde yardım istemek için yollara düşmeden önce bana bir kaç gün boyunca yetecek yemek ve su vermeyi ihmal etmedi. O gittikten tam dört gün sonra yardım ulaştı. Sonradan öğrendiğime göre, pilotumun telefonuna çıkan şirket görevlisinin ilk sorusu benim iyi olup olmadığımmış. İyiydim. Hem de çok iyi, aslan gibiydim. Atlattığım bu uçak kazası, ünvanlarıma bir de “en şanslı”yı eklemiş oldu. Ünüme ün kattı. Kısa bir tedavi sürecinin ardından toparlanmış ve tekrar iş başı yapmıştım. Boğazımı temizledim, sesimi kaydedecek gramofonun yanına yaklaştım. Kameranın hemen yanında duran yönetmenimin “ışıklar, ses, motor” komutunu duyunca kafamı önümdeki çemberden çıkardım ve olanca heybetimle kükredim!
Ateş ve barut. Yağ ve su. İş ve kreativite. Birbiriyle karışamayan, karışmaması gereken kombinasyonlar gibi duruyor. Ama galiba son ikiliye bir istisna yapmanın vakti geldi. İş dünyasının asıl ihtiyacı kreatif bir DNA olabilir mi?
Tasarım ve teknoloji dünyasının kesiştiği noktada “sanat” yapabilen çok az şirket vardır. Bunların içinde en beğendiklerimden biri Pixar. Çocuklara ve büyüklere animasyon yapıyor. Şirketi kuranlardan biri, Ed Catmull, aynı zamanda onu hala yönetiyor. Üstelik tecrübelerini bir kitapta derledi.
Pek çok insan iş dünyasında başarının olağanüstü fikirlerden geldiğini düşünür. Bence de öyle. En azından çoğu zaman. Fakat bu olağanüstü fikirlerden, buluşlardan daha önemli, daha çok dikkate alınması gereken bir faktör var: insan.