Bundan 2-3 yıl kadar önce, bir akşam oturdum koltuğuma, attım elimi sehpaya karar vermeye çalışıyorum. Bir tarafta kumanda, diğer tarafta bir felsefe kitabı, karşılıklı bakışıyoruz. Hangisine uzansam diye düşünüyorum. Tabiki felsefe kitabına uzanmadım, elim doğal bir falsoyla kumandaya kaydı ve açıp izleyecek bir şeyler bakmaya başladım. Ama bir yandan da kitabı tercih etmemenin verdiği bir suçluluk duygusuyla kategori olarak belgeselleri seçtim. Vakti ziyan etmeyelim filan diye düşünüyorum. Bu arada gerçekten de Planet Earth tarzı belgesellere bayılırım. Bir baktım “Cunk on Earth” diye bir poster. Böyle ciddi bir belgesel sunucusu edasıyla duran bir kadın var üstünde. Bir yerlerden gözüm ısırıyor bu kişiyi ama belgesel dünyasından değil. Neymiş bu, nasıl kaçırmışım böyle bir yapımı filan diye hemen açıp izlemeye koyuldum.
Kategori: Sinema
Geçen hafta New York’ta, Grand Central Terminal’in mermerle kaplı tarihi salonunda garip bir manzarayla karşılaştım. Dev bir cam küpün içine, yeşil halı kaplı minik bir ofis yerleştirmişler. Telaşla işlerine yetişmeye çalışan bu insanlar az sonra kendi gidecekleri şirketlerindeki masalarının adeta küçük bir kopyasını orada görüyordu. Klasik bir çalışma kübiğinde bulabileceğiniz tüm detaylar vardı. Tam o sırada birileri o cam kübün içine girmeye başladı.
Bundan 20 yıl kadar önce 2004’te bir Çarşamba akşamı televizyonun karşısında oturduğumda, sadece yeni bir dizi izleyeceğimi sanıyordum. Ekranda bir göz açıldı. Yakın çekim. Bambuların arasından sızan ışık. Ve sonra kaos. O akşam milyonlarca insanla birlikte, televizyon tarihinin en iddialı mitolojik anlatısının ilk dakikalarına tanıklık ediyorduk. Ama henüz bunu bilmiyorduk.
4 Adaya Giriş
LOST’u bugün yeniden izlediğimde, beni hala en çok etkileyen şey, dizinin modern televizyonun en büyük çelişkisini nasıl kusursuzca somutlaştırdığı: Bir yandan haftalık yayın formatının ticari gerçekliğine uyum sağlarken, diğer yandan antik destanların büyüklüğünü yakalamanın peşinde koşması.
Üç kelime.
Sadece üç kelime söylemeniz yeterli.
“Dışarı çıkmak istiyorum.”
Dediğinizde hayatınız sona eriyor. Ya da biz öyle sanıyoruz…
144 kat derinliğinde bir silo. İçinde binlerce insan. Ortasında tek bir spiral merdiven. Ve kimse neden böyle bir şeyin içinde olduğunu bilmiyor.
Peki ya tüm bildikleriniz yalan olsaydı? Ya size zehirli bir çorak arazi olarak gösterilen dış dünya aslında… Dur, dur – fazla ileri gittim. Önce en başa dönelim.
Sinemayı kim icat etti?
Sinemayı kim icat etti?
Çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğimizi sanırız. Hani şu meşhur hikayedir: Lumière Kardeşler’in trenin istasyona gelişi “L’arrivée d’un train en gare de La Ciotat” filmi ilk kez gösterildiğinde, perdede üzerlerine doğru gelen treni gören seyirciler korkudan kendilerini yere atmışlardı. Ya da Thomas Edison’un kinetoskop gösterilerinde insanlar tek kişilik kabinlerde ilk kez hareketli görüntüleri izlemenin şaşkınlığını yaşamışlardı.
Uzun süredir bir dizi tavsiyesi yapmıyordum ama bir yandan da çok güzel diziler izlemeye devam ediyorum, çok güzel diziler keşfediyorum. Bu videoda onları sizlerle de paylaşmak istedim. Hiç spoiler olmayacak merak etmeyin. Kısaca konularından bahsedip neden önemli olduklarına değineceğim. Başka bazı dizilerle kıyaslayacağım. Ne kadar zaman ayırmanız gerektiğinden söz edip geçeceğim. Listede her türden dizi var: gerilim, bilim kurgu, dram ve tabiki komedi türünde. Yeni çıkan güncel diziler olduğu gibi, klasikleşmiş eski ama kaliteli yapımlar da var. Bakalım hangileri ilginizi çekecek? Hangilerini izlediniz, ve sizin yorumunuz ne oldu? Onları da merak ediyorum ve listemize yılın en görkemli dizisiyle başlıyorum.