Kategoriler
Çevre Felsefe

Permakültür Cenneti

(Jenga parçalarıyla ev yaparken) Şunu şuradan alıp, buraya koyarsam daha iyi olacak. Bu benim için küçük, ama yaptığım bu ev için büyük bir adım! 

(Bir Jenga parçasının üstünde yazılı) Küçük eylemler, büyük sonuçlar yaratır.

(Bir yandan Jenga parçalarını yerleştirirken) Bir gün Mars’ta bir evim olursa duvarına bu sözü çerçeveletip asacağım. Ama tabi önce orada bize solunacak bir atmosfer lazım. Lazerlerle Mars’ın yüzeyini ısıtarak atmosfer için gereken gazları açığa çıkarabiliriz. Ama ya bir Güneş fırtınası gelip de çarparsa, tüm emeklerimiz boşa çıkar, o güneş rüzgarı atmosferi silip süpürür. E gezegenin manyetik alanı da yok ki korusun. En iyisi bir de Lagrange noktasına devasa bir manyetik alan üreteci yapıp koymak sanırım. Böylece atmosferi de korumuş oluruz. Fakat hala yeterince azotumuz yok. Hah! Satürn’ün uydusu Titan’da bolca olacaktı, oradan da Mars’a azotu fırlattık mı…

(Heyecanla yapılan ani el hareketi Jenga parçalarını devirir)

Eyvah, her şeye baştan başlamam lazım. Kahve köşelerinde sadece konuşarak memleketi  kurtaracağını sanan dayılar gibi ben de Mars’ı kurtarmaya çalışırken, kendi evimi bile koruyamadım bak gördün mü? 

Küçücük bir şeyi bile yaparken, şu tahta parçasını şuradan alıp buraya koyarken bile bunun bir yan etkisi var. E sadece ben bir şey yapmıyorum ki. Yanımdaki de boş durmuyor. O da kendince iyi bir şey yaptığını düşünerek bunu alıp oraya koyuyor. İşte böyle böyle milyarlarca insan 100 yılda bakın kendi evimizi ne hale getirdik!

Bu gördüğünüz çubukların rengi tahmin edebileceğiniz gibi dünyanın ortalama sıcaklığını gösteriyor. Ve anlayabileceğiniz gibi Dünyada işler biraz sarpa sarıyor… Biz bu grafikte sadece Mars gibi kızaran bir renk görüyoruz. Oysa o rengin arkasında geçen yıl Somali’de kuraklıktan ölen 43000 kişi var. Biliyorum bizim de depremlerden çok canımız yanıyor ama zaten hepsi de aynı kapıya çıkıyor. Doğanın sesini unutuyoruz. Biz unuttukça o sesini yükseltiyor. Rengini değiştiriyor.

Biz gözümüzü kızıl gezegen Mars’a diktik. Terraform yoluyla onu maviye dönüştürmek istiyoruz. 

Ama zaten mavi olan gezegenimizi kızartmaktan da geri duramıyoruz. 

Peki ikisi de mümkün olamaz mı? Hem Dünya’yı kurtarmak, hem de Mars’ı dönüştürmek? Eğer herkes elindeki taşı doğru yere yerleştirirse neden olmasın? Bu bir kültür meselesi.

Permakültür

Bakın size şöyle bir yer göstereyim. Burası Mars’ta değil, Dünya’da. Ama ilk hali bu değil. Birileri orada “madencilik” yapmaya çalışmış. Tam 160 yıl boyunca kazmış, çıkarmış, almış. Bu tek başına kötü bir şey değil. Doğa cömerttir. Ama sadece almak, karşılığında bir şey vermemek kötü bir şeydir. 

(Jenga kulesi, üzerinden alınan parçalarla yıkılır) Herkes sürekli almaya çalışırsa sonucu büyük bir yıkım olur. 

Şimdi size şöyle bir yer göstereyim. Nasıl? Tropikal bir cennet gibi değil mi? Milyonlarca bitki burada bir arada yaşıyor. Kuş cıvıltıları susmak bilmiyor. Görüntülere bakarken bile nefes aldığını hissettiriyor insana! 

Bu iki farklı görünümlü bölgenin ortak bir yanı var. Çünkü ikisi de tam olarak aynı yer. 

Şaka yapmıyorum. 1999 yılında vizyoner bir grup insan bu terk edilmiş madene gözünü dikmiş, tıpkı bizim şimdilerde Mars’a gözümüzü diktiğimiz gibi. Ve demişler ki: “Biz burayı tropikal bir cennete çeviririz!” 

Yaptıkları işleri güçleri bırakıp, hayatlarını buna adamışlar. Doğadan aldığımız parçaları doğru bir sırayla yerleştirirsek bunu başarabiliriz diye düşünmüşler. Geri dönüştürülebilir atıklardan 83 bin ton toprak yapıp bu alanı doldurmuşlar. Dünyanın her yerinden milyonlarca bitki getirmişler. Aynı Mars’ta kurmayı düşündüklerimize benzer kubbeler, seralar yapmışlar, hem de daha önce yapılmamış büyüklükte.  

O küçücük, tarumar olmuş alana, kocaman bir dünyayı sığdırmayı başarmışlar. Ve adına da “Eden Project” demişler. İşte bu Eden Projesinin önemli isimlerinden Jo Elworthy diyor ki: 

  • Aslında her şeyin birbirine ne kadar bağlı olduğunu ve sorumlu davrandığımızda geriye ne kadar güzel bir dünya bırakabileceğimizi gösterdik.

Her şey birbirine bağlı.

Eğer bu bağlantıları görebilirsek ve kendi üzerimize düşenleri yapabilirsek bırakın Mars’ı Dünya’da bile bir terraform olabilir demek ki. 

İklim krizine dair sürekli kötü haberler alıyoruz. Bilim insanları daha geçen hafta bir önemli rapor daha yayımladı. “İnsanlık ince bir buzun üzerinde ve bu buz hızla eriyor” diyorlar. Birleşmiş Milletler’in hazırlattığı bu raporda dünyanın tüm ülkelerini, organizasyonlarını, şirketlerini sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyorlar. 

Çünkü Dünya liderleri 2030 yılına kadar daha iyi bir dünya için 17 hedefte anlaştı. Ben bunların hepsini ezbere bilmiyorum ama cep telefonumdaki bir uygulamayla hatırlıyorum. Bu videonun sponsoru Samsung’un da desteklediği bu hedefler yoksulluğu sona erdirme, eşitsizlikle mücadele ve iklim değişikliğini durdurma gücüne sahip. 

Buradan isterseniz doğrudan bağış yapabiliyorsunuz ya da isterseniz “Aç” düğmesiyle reklam özelliğini aktif hale getiriyorsunuz. Telefonunuz şarj olurken size ara sıra reklamlar gösteriyor. Bunlarla elde edilen gelirler, 17 global hedefin gerçekleşmesi için çalışan Sivil Toplum Kurumlarını ve hayır kuruluşlarını desteklemek için kullanılıyor.

Bu hedefleri sürekli hatırlamak için ana ekranınıza “sürdürülebilirlik widget”ı da ekleyebiliyorsunuz. Biz bir son kullanıcı olarak en azından bunları yapabiliriz. Kullandığımız ürünleri seçerken bu konuda neler yaptıklarını sorgulayabiliriz.

Örneğin benim kullandığım Galaxy S23’ün bir çevresel etki raporu var. Telefonun piyasaya çıktığı gün adeta bir karne gibi bunu da yayınlıyorlar. Bu karnede onun notunu görüyoruz, yani karbon ayak izini… Çünkü gezegenimizdeki her şeyde olduğu gibi bunun da bir yaşam döngüsü var. Doğumundan ölümüne kadar tüm aşamalarda onun çevresel etkilerini de hesaba katmak zorundayız. 

Galaxy S23 Ultra’nın içinde kullanılan plastik parçaların %20’si denizlerden toplanan balık ağlarının ve plastik şişelerin geri dönüşümüyle elde ediliyor. Yandaki düğmeleri görüyor musunuz? İşte SIM kart tepsisi, ya da bu düğmelerdeki Aluminyum’un %28’i geri kazanılmış hurdalardan yapılıyor. Dünyada ilk kez bu cihazın ekranında kullanılan Corning® Gorilla® Glass Victus® 2 malzemesinin %22’si geri dönüştürülmüş cam.

Bunun üretiminde tamamen yenilenebilir enerji kaynakları kullanılıyor. Dağıtımındaki paketlerin sadece %1.6’sı plastik içeriyor ve onu da 2025’e kadar tümüyle kaldırmayı planlıyorlar. Pakette kullanılan kağıtlarınsa %100’ü geri dönüştürülmüş. 

Sürekli yeni cihaz almak yerine, var olanın kullanım ömrünü uzatmak da çok önemli bir hedef. Bu amaçla “tamir edilebilirlik” ilkesi benimsenmiş. Galaxy S23 Ultra IP68 sertifikalı su ve toz korumasına sahip. İçindeki yazılım da 5 yıl ve 4 nesil boyunca güvenlik güncellemeleriyle güncel tutuluyor.

Şu anda 50 ülkede elektronik çöpleri toplayan Samsung 2030’a kadar bunu 130 ülkede yapmayı planlıyor. Eğer evimizi, gezegenimizi bulmak istediğimiz gibi bırakacaksak, yaşam döngüsünü tamamladıktan sonra bu cihazların da geri dönüştürülmesi gerekiyor.

Geri dönüştürülebilir.

Bir madeni alıp onu tropikal cennete dönüştürmek mümkün demiştim ya. Oradaki insanlar daha da ileri gidip içinde bir yağmur ormanı yapmışlar.

  • İngiltere’de, Cornwall’da bu izole sistemi kurarak içinde bir yağmur ormanı yarattık. Eğer Cornwall’da bunu yapabiliyorsak, Amazon ormanlarını rahatlıkla yeniden inşa edebiliriz.”

Jo neden Amazonları yeniden inşa etmekten bahsediyor, birazdan daha iyi anlayacağız. Onlar bunu daha iyi anlatabilmek için, Eden’ı bir eğitim projesine dönüştürmüş durumdalar. 2019 yılında 1 milyondan fazla ziyaretçi almış. Yani ekoturizm yapıyorlar. Bu sayede bölgenin ekonomisine 1 milyar dolar katkıda bulunmuşlar. 

Bu örneği seçerken tasarımını da vurgulamak istedim. Çünkü Mars gibi gezegenlerde kurulması düşünülen üslere benzemesinin bir sebebi var. Bu bir ekolojik tasarım.

Ekolojik tasarım.

Kubbeler doğadan, arıların bal peteklerinden ilham alınarak tasarlanmış. Minimum malzemeyle, maksimum dayanıklılık prensibi bu. Aynı zamanda her bir altıgende üç katman ETFE, yani esnek, geri dönüştürülebilir plastik materyal yer alıyor. 

Böylelikle harika bir izolasyon yaratıyorlar. Gündüz sıcaklığı içeride tutarken, gece dışarıya bırakabiliyor. Üstelik kırılırsa cam gibi yaralanma tehlikesi de yok. 

Belki bu çatı altında bir tehlike yok, ama dünyanın çatısının altında bir tehlike var. 20 senede yapılan bu devasa kubbelerin altındaki yağmur ormanı var ya hani. İşte Amazonlar’da o büyüklükte bir alanı her 12 saniyede bir yok ediyoruz. 

Bir orman deyip geçmemek lazım. Amazon ormanı yok olursa, sıcaklıklar 4-5 derece daha yüksek olur. Çünkü gökyüzündeki o beyaz bulutlar, sıcağı geri yansıtıyor. Sonra orman terliyor, buharlaşıyor… Yağmur yağıyor. Her yer serinliyor. Isınınca tekrar bulutlar oluşuyor… Bu bir döngü. Amazonlara zarar vererek koca bir döngüye zarar veriyoruz. Zinciri kırıyoruz.

Zinciri kırma!

Videonun başından beri, bazı anahtar kelimeleri söyleyip duruyorum. Bunlarla bir şeyler inşa etmeye çalışıyorum. Bugün burada tüm anlattıklarımın bir çok adı var, ama ben birini öne çıkarmak istiyorum: Permakültür. 

Bu öyle bir yaklaşım ki sadece böyle oyuncaklarla bir şeyler yaparken değil her yerde uygulanabilir. Ne yaparsam yapayım “permakültür ilkeleri”yle hareket edebilirim. Bu ilkeler o kadar evrensel ki ister bugün Dünya’da başımızı sokacak evler yapalım ya da istersek yarın öbür gün Mars’ta üsler kuralım fark etmez, her yerde geçerli.

Permakültürün ilk ilkesi “Gözlemle ve etkileşime geç.” Yani neredeyim ben? Bir ona bak. Bulunduğum yerde hangi güçler etkin? Önce bunları anlayalım ki ona göre bir tasarım yapalım, değil mi? İklim, topografi, su, toprak, hava, ateş, vahşi yaşam, insan faktörü. Bunların hepsini gözlemlemek gerekiyor öncelikle. Diyelim ki bir dağ var bulunduğumuz yerde.

İkinci ilke “Enerjiyi yakala ve depola.” Sadece elektrik enerjisi değil. Örneğin suyu da değerlendirmek gerekiyor. Ben bu permakültür ilkelerini bilgisayar oyunlarına benzetiyorum. Hani strateji oyunlarında çevrendeki kaynakları kullanırken her şeyi düşünürsün ya. Bir ormanın biyokütlesi, yapı malzemelerinin, yakıtın, besinlerin ve suyun canlı bir deposu gibidir. Oradaki rüzgarı, güneşi, akan suyu yakalamak demek enerji üretmek demektir. 

Bunu yaparsak üçüncü ilkeye ulaşırız: “Faydalı ürünler elde et.” Çünkü aç karnına çalışamayız. O yüzden dikeceğimiz ağacı bile seçerken sadece süs bitkisi olarak düşünmeyip farklı faydalarını da göz önünde bulundurmalıyız. 

Dördüncü ilke “Kendini idare et ve geri bildirimleri kabul et.” Bu ilke bizi bilinçli yaşamaya ve tüketimimizi sınırlamaya yönlendiriyor. Çünkü bunu bizim yerimize başka hiç kimse yapamaz. Dünyaya ve insanlara özen göstermek istiyorsak bu sorumluluğu üstlenmeliyiz. Geri bildirim yapan birileri varsa, mesela habire raporlar hazırlayıp, grafiklerle iklim değişikliğini bize anlatmaya çalışan bilim insanları filan, onları dikkate almalıyız.

Beşinci ilkeden bugün epeyce bir bahsettik: “Yenilenebilir ürünlere değer ver ve kullan.” Sadece elektronik cihazlarda değil yediğimiz yemekte bile buna dikkat edebiliriz. Yemek artıkları nereye gidiyor? Onlardan kompost yapıp, seneye domatesleri bu topraktan yiyebiliriz. Ya da eğimli bir toprağa meyve bahçesi dikebiliriz. Böylece yokuş aşağı hareket eden besin ve suları değerlendirebiliriz. 

Altıncı ilke “Atık Üretme.” Hiçbir şeyi israf etmemek lazım. Sistemin bir parçasından çıkan şey, başka bir yere giriş yapabilir. Atıkları kompostlamak, temizlemek bunu sağlar. Bozulan eşyaları hemen çöpe atmak yerine tamir etmek. Hatta insanlara tehlikeli ya da anlamsız işler yaptırmamak yani insan gücünü ziyan etmemek bile permakültürün bir parçası.

Yedinci ilke tasarımla ilgili: “Örüntülerden faydalanarak tasarım yap.” Bir resim yaparken bile uyumlu renkleri seçiyoruz değil mi? Tablodaki örüntüleri anlayıp ona göre tasarım yapıyoruz. Öyle bir yol inşa ediyoruz ki, yağmur yağdığında üzerinde toplanacak su, yandaki göle akacak şekilde yerleşiyor, sele yol açacak şekilde değil. Altında bir fay hattı varsa onun üstünden geçirmiyoruz.

Sekizince ilke: “Ayrıştırma, bütünleştir.” Kurmaya çalıştığımız bir sistemin parçaları arasında ne kadar çok ilişki olursa sistemimiz de o kadar güçlü, üretken ve esnek olur. Bu sistem jengadan yaptığınız bir kule de olabilir, insanlarla kurmaya çalıştığınız bir topluluk da. İnsanları birleştirecek şekilde tasarım yaparsanız aralarındaki iş birliği kendiliğinden artar. 

Dokuzuncu ilke: “Yavaş ve küçük çözümler kullan.” Videonun başında doğadan almakta tek başına bir problem olmadığını söyledim. Daha önce diktiğimiz ağaçların bir kısmını kesip onlardan çit yapabiliriz. Problem almakta değil, vermemekte. Kestiğimiz ağaçların yerine ceviz ağaçları dikersek 5-10 yıl içinde meyve vermeye başlar ve yüzlerce yıl yaşar. Küçük ve çok yavaş bir tasarım kararı bu. Ben aldım, ama yerine yenisini koydum. Belki o koyduğum şey bana hemen fayda sağlamayacak ama çocuklarımın, torunlarımın yaşam kalitesini arttıracak. Doğadan cömertliği öğrenmek işte böyle bir şey olmalı.

Onuncu ilke: “Çeşitliliğe değer ver ve kullan.” Görüyorsunuz burada evlerimiz var, bahçelerimiz var, rüzgar enerjisi kullanıyoruz, suyu depoluyoruz, ormanlardan ve meyve ağaçlarından faydalanıyoruz. Hadi bir de hayvancılığı ekleyelim. Onları dönüşümlü olarak otlatalım. Göle balıklar ekleyelim. İşte bu çeşitliliğe değer vermeliyiz. Çünkü çeşitlilik dayanıklılıktır. Sistemimizin bir parçası başarısız olsa bile, diğer parçalarıyla toplamda başarılı olabiliriz. 

Onbirinci ilke: “Kenar, köşeleri değerlendir.” Hayvan otlaklarının çevresine ve yol kenarına yenilebilir çitler ekleyelim. Böyle kenarlar, köşeler daha üretken türler ya da habitat bölgeleri eklemek için harika yerler. 

Onikinci ve sonuncu ilkemiz: “Değişime yanıt ver ve yaratıcı bir şekilde kullan.” Doğa değişebilir, şartlar değişebilir. Buna açık ol ve yaratıcı çözümler üret.

Sürdürülebilir, kendine yetebilen, geri dönüşebilir bir sistemin ilkeleri bunlar. Hatta bunu hayatının kendisi haline getirip, böyle yaşantılar sürenler bile var. Çiftliklerinde, tamamen dışarıdan bağımsız şekilde, neredeyse elektriğe bile ihtiyaç duymadan… Melliodora bunlardan biri. Tabii bunlar artık bir yaşam stili ve doğrusunu söyleyecek olursak pek çoğumuz bu kadarını yapamaz herhalde. 

Fakat zaten olay da o değil. Olay bu ilkeleri anlamak ve maksimum faydayı sağlayabilecek şekilde hayatımıza entegre edebilmek. Mesela marketten aldığımız gıdaların ne kadarı ziyan oluyordur sizce? Bunu azaltabilir miyiz? 

Hadi gelin hep birlikte biraz konfor alanımızın dışına çıkıp, proaktif bir eylem yapalım. Ziyan olacağını düşündüklerimizi ya almayalım ya da daha az miktarda almaya çalışalım. Bunu bence başarabiliriz. Ben buna dikkat etmeye başladığımdan beri atığımı epeyce bir azalttım açıkçası. Hatta kalırsa atıkları da artık komposta dönüştürüyorum. ABD’de yapılan istatistiksel tahminler, gıda atığının %30-40 civarında olduğunu gösteriyor. Bu 150 milyar dolara karşılık geliyor. Sadece bunun bile ne kadar büyük bir etkisi olabileceğini bir düşünün.

Dünya’da yaptığımız bu hatalar, milyonlarca yıldır kendini sürdüren devasa bir ekosistemde artık problemler yaratacak nitelikte. Eğer yarın bir gün sıfırdan Mars’ı tekrar kuracaksak, bu ufak hatalar, artık ufak kalmayacak. Kurulmaya çalışılan o hassas dengeyi daha kuramadan bozacağız. Jenga’yı dizerken, yamuk yumuk dizmek gibi olacak. Dünya, sağlam bir kule olabilir ve birkaç parçayı hatalı koymayı tolere edebilir belki… Fakat en baştan yamuk yumuk dizmeye başlarsak, o ev çok çabuk yıkılır.

“Permakültür Cenneti” için bir yanıt

Her videonu keyifle takip ediyorum abi !!
fakat babilin asma bahçeleri hakkında internette bir video bulamadım kimi kaynak var diyor kimisi masal diyor?? tabii ki dünya harikaları listesine alınmış bir yapının varlığından şüphem yok ama sistemi, yapı oryantasyonu nasıldı merak ediyorum. Bu konu başlığında video çekersen bence çok ilgi çekici olur, selamlar iyi bayramlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir