Geçenlerde YouTube’da dünya kentlerinin nüfusunun nasıl arttığıyla ilgili bir video izledim. 1500’lü yıllardan başlayarak günümüze kadar geliyor. 16. Yüzyılda dünyanın en büyük kentleri arasında Edirne ve İstanbul var. İstanbul 1600’lerin başında birinci sıraya yerleşiyor ve 17. yy boyunca dünyanın en kalabalık kenti olarak kalmaya devam ediyor. Tabi o zamanlar 700.000 kişilik bir nüfusla bile dünya birincisi olunabiliyor. 2020’lerde artık 25-30 milyonluk mega kentler var. Bu büyüme sadece nüfus artışıyla ilgili değil kentleşmeyle ilgili bir gerçeği de gözler önüne seriyor. İnsanlar artık kırsal alanlarda değil kentlerde yaşamak istiyor. Kentler de insanlar gibi büyüyor.
Avrupa Uzay Ajansı’nın 1992 ve 2010 yılında çektiği iki fotoğraf arasındaki ışık farklılığı bile bunu görmemize yeter herhalde. Geçen hafta yaptığım videodan bugüne dünyada 1,5 milyona yakın kişi bir kente taşındı. Yaklaşık olarak bir Manisa şehri daha oluştu. Önümüzdeki aya kadar 6 milyon kişi daha doğarak ya da taşınarak bu ışıkların olduğu yerlere gelecek. Yaklaşık olarak bir Danimarka nüfusu kadar insan demek bu. Ve bu döngü her hafta, her ay devam edecek. Kentler giderek büyüyecek. Bir anlamda ışığa üşüşen sinekler gibiyiz. Bugünkü konumuz böylesi bir büyümenin beraberinde getirdiği problemler değil. Konuya çok farklı bir açıdan bakalım istiyorum.
Şu görsel bunun için daha uygun. Size de dünya giderek güçlenen bir ağ yapısına dönüşüyormuş gibi gelmiyor mu? Bu ağın temelleri 250 yıl kadar önce İngiltere’de başlayan sanayi devrimiyle atıldı. Önce Avrupa’ya sonra da tüm dünyaya hızla yayıldı. Şehirler birbirine demir ağlarla, otoyollarla bağlandı. Bağlandıkça ağ yapısı güçlendi ve daha fazla sayıda insan daha merkezi yerlere toplanmaya başladı. 250 yıl önce dünya nüfusunun %95’i köylerde, küçük yerleşim birimlerinde yaşıyordu. 2050’de %75’i kentlerde yaşayacak. Dünya giderek ağ sistemlerinden oluşan canlı bir organizmaya dönüşüyor gibi…
Bunu sadece metaforik anlamda söylemiyorum. Geoffrey West gibi bazı teorik fizikçiler bilimsel bir şehir teorisine ihtiyaç olduğunu ve bunun için de onları canlı organizmalarla kıyaslamak gerektiğini söylüyor.
- Öyleyse bu, bunun farklı bir versiyonu mu?
Doğadaki aynı prensipler, aynı dinamikler, aynı örgütlenme yapısı kentler için de geçerli olabilir mi? Bunun cevabına geçmeden önce çok önemli bir ayırım yapmamız ve bir dizi soruyu daha sormamız gerekiyor.
Biz insanlar neden şehirler gibi sürekli büyüyemiyoruz? Neden bu videoyu bugün izleyen hiç kimse 100 yıl sonra hayatta olmayacak? Neden 1000 yıl ya da bir fare gibi 2-3 yıl değil de en fazla 100 yıl yaşayıp öleceğiz ama şehirler ayakta kalmaya devam edecek?
Çünkü bizler memeliyiz. Bizim gibi memeli olan diğerlerine benziyoruz. Mesela 2g’lık bir kır faresine. Ya da onun 1 milyon katı 2,000,000g’lık bir file. Ya da onun da 100 katı 200,000,000g’lık bir balinaya…
Çok farklı gözüküyorlar değil mi? 2000 kişilik bir kasabayla 20 milyon kişilik bir kent de farklı gözükür ama özünde benzer dinamiklere sahiptir. Bu kadar çeşitliliğe sahip canlılar tek bir soruda birleşiyorlar: Yaşamak için ne kadar enerjiye ihtiyaç duydukları sorusunda…
Grafikteki yaşayan bir organizmayı iki kat büyüttüğünüzde, hücre sayısını iki kat arttırdığınızda ihtiyaç duyduğu enerji miktarı iki kat artmıyor, öyle olsaydı doğrusal olduğunu söylerdik. 3/4 oranında artıyor. Yani canlılar büyüdükçe 1/4 %25 daha az enerjiye ihtiyaç duyuyor.
Bunu daha pek çok yerde görebiliyorsunuz. Beyindeki beyaz maddenin, gri maddeye oranı da böyle.
Canlıların vücut ağırlığı arttıkça kalp atış hızı yavaşlıyor, 1/4 oranında…
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Kalbimizin hayatta yaklaşık olarak ne kadar atacağı belli. Sadece insanlar için değil tüm memeliler için de bu böyle. Kalbi dakikada 1000 kez atan 2g’lık minik bir kır faresinden sadece 30 kez atan 200 tonluk balinaya kadar tüm memelilerin kalbi hemen hemen aynı miktarlarda attıktan sonra duruyor. Yaklaşık 1 milyar kez.
İşte bazılarının adına “çeyrek güç ölçeklemesi” adını verdiği bu 1/4 ya da %25 oranını kullanarak canlıların kalp atış sayısını bile hesaplayabilmek mümkün. Peki sebebi ne? Bu oranın karmaşık ağ yapılarının dinamiklerinden, matematiğinden ortaya çıktığı söyleniyor. Bu ağ yapılarını da doğanın her yerinde görebilirsiniz. İnsanın akciğerlerinde de doğanın akciğeri olan ağaçlarda da…
Bizler büyümek için yemek yiyoruz. Gıdalar vücudumuzdaki sistemlerle, ağ yapılarıyla enerjiye dönüştürülüyor. Aynı yapılar hücreleri besliyor, onarıyor ve yenilerini yapıyor. Ancak fareler de insanlar da hayat boyu yemek yeseler de büyümeleri bir noktadan sonra duruyor. Çünkü altdoğrusal bir ölçekle büyüyoruz. Çünkü az önce sözünü ettiğimiz oran 1’den daha küçük.
Peki aynı ölçekleme yasalarını şehirler için de söyleyebilmek mümkün mü? Bu soruya sponsorun mesajından sonra yanıt arayacağız.
Bu videonun sponsoru “dakikalık araç kiralama” servisi sunan MOOV by Garenta. App Store veya Google Play üzerinden “MOOV by Garenta” uygulamasını indirip üyeliğinizi tamamladıktan sonra 15 dakikalığına bile araç kiralamaya başlayabiliyorsunuz. Uygulama üzerinden hizmet bölgesindeki araçlardan bulunduğunuz yere en yakın olanını seçebiliyorsunuz. Üstelik aracı kullanmaya başlamadan önce kiralama süresini belirtme zorunluluğu yok ve yabancı ehliyetli müşteriler de kullanabiliyor. İhtiyacınız kadar kullandıktan sonra aracı hizmet bölgesi sınırlarında dilediğiniz yerde bırakıp, kapıları uygulama üzerinden kilitleyerek kiralamayı sonlandırıyorsunuz. Şimdilik sadece İstanbul’da olan bu uygulamayla İSPARK otoparklarından da ücretsiz yararlanılabiliyor. Videonun altındaki açıklamalar bölümüne koyduğum linkle “MOOV by Garenta” uygulamasını indirebilir ve son geçerlilik tarihi 10 Mart olan BARIŞÖZCAN koduyla ilk kullanım için %25 indirimli olarak dakikalık araç kiralamaya başlayabilirsiniz.
Videonun başında da gözlemlediğimiz gibi şehirler de bir ağ yapısına sahip. Sadece yollar, ulaşım ya da enerji sistemleri açısından değil, bir kent içindeki insanlarıyla da çok büyük bir ağ oluşturuyor. Karşılıklı etkileşim halinde sosyal bir ağ bu. Tıpkı canlı organizmaların ağlarında gördüğümüz gibi bu ağlarda da nüfusa bağlı bir ölçeklenme görülebilir. Dört ülkedeki altyapı grafiklerini incelediğinizde böyle bir ölçeklenme olduğunu görebiliyorsunuz. Bilim insanları dünyadaki diğer ülkeleri de başka altyapısal verilerle kıyaslamışlar ve yine belli bir oran tespit etmişler. Bu oran canlılardaki gibi %25 değil %15. Ayrıca maaş ve yaratıcı işkollarında çalışanların grafiklerinde görülebileceği gibi 1’in altında değil üstünde. Yani üstdoğrusal bir ölçeklenmeden söz ediyoruz. Nüfus ne kadar çok olursa o nüfusa göre maaş oranı da artıyor. Nüfus ne kadar çok olursa yaratıcı işkollarında çalışanların sayısı daha da artıyor. Dolayısıyla inovasyonun göstergesi olan patentlerin sayısı artıyor. Tabiki suç ya da kirlilik gibi olumsuz göstergeler de aynı oranda çoğalıyor. Kısaca kentler ölçeklendikçe bunlar arasında evrensel bir desenin oluştuğu görülüyor. Bir kent iki katına çıkınca bir yandan sistematik olarak okullar, patentler, gelirler, zenginlik %15 artarken bir yandan da suç, polis, kirlilik ve salgın hastalıklar yine %15 oranında artıyor.
Biyolojik ağlardaki altdoğrusal %25 oranı hayatın yavaşlayıp bir noktada bitmesine sebep olurken, Sosyo-ekonomik ağlardaki üstdoğrusal %15 oranı onun giderek hızlanmasına neden oluyor. Canlılar yavaşlıyor, kentler hızlanıyor.
Bu inanılmaz büyümenin çökmeden devam edebilmesini sağlayan şey ne? Geçmişteki verileri inceleyen bilim insanlarına göre bazı zamanlarda meydana gelen çok büyük inovasyonlar. Bunlar paradigmaların değişmesine sebep oluyor, sistemin çöküşünü geciktiriyor ve büyümeyi devam ettiriyor. Asıl soru bu inovasyonlar daha ne kadar devam edebilecek?
“Şehirler ve Canlı Ağlar” için 10 yanıt
Barış özcan abi, bu tür araştırmaları, makaleleri vb şeyleri hangi sitelerden veya uygulamalardan elde ettiğini, bunları nasıl düzenlediğini ve filtrelediğini anlattığın bir video çekebilir misin? Evet teşekkürler videolarınla bizlere çok şey katıyorsun ama şahsen bana 9:58 dk ‘lık bir video yetmez. Lütfen bizlere balığı tutmayı öğret. Şimdiden teşekkürler.
Uzun yıllardır kanalınızı takip ediyorum ve sürekli aynı noktaya değindiğinizi görüyorum ; bakmak ve görmek arasındaki fark. Ben de Black Mirror gibi dizileri izlerken ayrıntıları yakalayamadığımı, baksam da bir şeyleri göremediğimi fark ettim. Bir mühendis adayı olarak sizden ricam kendimizi bu konuda nasıl geliştirebileceğimiz ile ilgili önerilerde bulunmanız.
abi sence de marsa gitmemiz gerekmiyor mu artık? geçen ay nasa da bu konularda eğitim aldım. bana her şey hazır gibi geliyo fakat kimse uzayda insanlı görevler başlatmaya çalışmıyor. artık bir şeyler yapmak istiyorum dünyanın sonu açık ve net bir şekilde geliyor. (elon musk’ın çocuğu değilim)
abi yorum hala gitmedi mi ya
Barış abi Güneş in batıdan doğacağını söylüyorlar kıyamet mi kopacak bunula ilgili video çeker misin?
barış abi seni çok seviyorum,her videonu tutkuyla izliyorum.benim dikkatimi çeken şeyhep bilimsel araştırma olduğunu görüyorum.komplo üzerine iddiaya vs. şeyleri fazla paylaştığını görmedim. AMA ASIL MERAK ETTİĞİM bu çalışmayı nasıl yapıyorsun,hangi kaynakları nasıl ele alıyosun internet üzerinde birçok yanlış bilgi var,bunu nasıl anlayabiliriz.bilimsel makaleleri nereden buluyorsun ve bu makaleler ne kadar bilimsel, sahte olmadığını.araştırma deyince akla gelen ilk şey kitaptır.kitaba inanabilirmiyiz. bunu hiç düşünemiyorum.
yani demek istediğim ARAŞTIRMA NASIL YAPILIR ? DOĞRU BİR ŞEKİLDE
BUNU VİDEO OLARAK PAYLAŞIRSAN TÜM HALKIMIZ BİLİNÇLENİR BENCE.
Ağzına, eline sağlık abi 🙂
Tesadüf, daha bugün şehir nüfuslarının artışından bahsediyorduk, dolayısı ile dünya nüfusundan da bahsetmiş olduk. Bu videoda da dünya nüfusunun etkilerinin de benzer olacağından bahsetmek gerekirdi bence. Bir gün böyle bir konuya değinirseniz Corona virüsüne ve nüfusa yönelik güzel bir video hazırlayabilirsiniz belki.
“Kalbi dakikada 1000 kez atan 2g’lık minik bir kır faresinden sadece 30 kez atan 200 tonluk balinaya kadar tüm memelilerin kalbi hemen hemen aynı miktarlarda attıktan sonra duruyor. Yaklaşık 1 milyar kez.”
Barış bey merhabalar. Öncelikle bu güzel paylaşım için teşekkür ederim. Ancak bu ifadede geçen 1 milyar rakamında bir sorun var gibi. Zira bir insanın nabzını ortalama 60 kabul edersek 1 milyarlık bir atım yaklaşık 32 yıla tekabül ediyor. Bu da bir insan ömrü için kısa değil mi?
Bizide sardın bu işe barış abi :))