“Yüzlerce gemi ve uçağı arkalarında bir iz bırakmadan yok eden dünyanın bu özel diliminde ne var?” (Argosy Dergisi, Şubat 1964, Vincent Gaddis)
Bermuda Şeytan Üçgeni diye bir şey duydunuz mu? Atlantik Okyanusu’nda çok sayıda geminin ve uçağın gizemli bir şekilde kaybolduğu iddia edilen bir bölge var.
İlk olarak Kristof Kolomb’un günlüklerinde yazdığı söyleniyor. Kaptanın seyir defterinde pusulaların şaşırdığı ve gökyüzünde uçan ışıklar görüldüğü not edilmiş.
- Yüzyılda da Ellen Austin gibi döneme ait bazı gemilerin o bölgede kaybolduğu, onu bulmak için gelen ödül avcılarının da kayıplara karıştığı gibi bazı hikayeler anlatılmış.
Resmi olarak kayıtlara geçen ilk önemli olay Amerikan Deniz Kuvvetleri’ne ait USS Cyclops gemisinin 4 Mart 1918’de kaybolması. İçindeki 309 kişilik mürettebatıyla birlikte… Brezilya’dan manganez yüklenerek yola çıkan bu gemi arkasında hiçbir iz bırakmıyor. Ne bir batık bulabiliyorlar, ne de mürettebatın cesetlerini… İşin ilginci aynı sınıftan iki kardeş gemi Proteus ve Nereus da 2. Dünya Savaşı sırasında Atlantik Okyanusu’nda kayıplara karışıyor.
Buna benzeyen daha pek çok olay sıralanıyor. Sadece gemiler değil uçakların da aynı bölgede kaybolduğuna ve bir daha haber alınamadığına dair olaylar bunlar. Peki bu gizemi çözebilir miyiz? Hem de oturduğumuz yerden. Oraya hiç gitmeden? Ben çözebileceğimizi iddia ediyorum. Bunu çözmek için harcayacağımız zihinsel çabayı da faydalı bir egzersiz olarak görüyorum.
Kritik düşünme becerilerimizi ve teknolojiyi kullanarak, aktif olarak öğrenebilir ve yaratıcılığımızın da yardımıyla analitik bir sonuca varabiliriz. Biraz garip bir ifade olduğunun farkındayım ama Dünya Ekonomik Forumu raporlarına göre 2022’de iş dünyasının arayacağı en önemli 5 yeteneği aynı cümle içinde kullanmak için bunu özellikle yaptım.
Şimdi bu yeteneklerimizi kullanarak bir analize girişelim. Bölgenin isminden başlayalım. Bermuda Şeytan Üçgeni. Egzotik+Doğaüstü+Matematik. Bundan daha çekici bir isim formülü düşünemiyorum. Sizin aklınızda neler çağrıştırıyor? Denizde bir bölge var. Üçgen şeklinde. O bölgeye giren bir daha çıkamıyor. İyi de niye üçgen? Bu ismi kim koymuş? Öyle ya, kritik düşünme becerileri kazanmanın ilk adımı doğru soruları sormaktır.
Eğer doğru soruları sorarsak ve teknolojinin de yardımıyla bir araştırma yaparsak bölgeyi ilk kez kayıtlara geçiren kişiye ve yazdığı yazısına ulaşabiliriz: Vincent Gaddis. Bir gazeteci. Argosy dergisinin Şubat 1964 sayısında yazdığı yazıda “Bermuda Üçgeni” tabirini uyduran ilk kişi.
500 yıldan beri meydana geldiği iddia edilen gizemli olayların çoğunun okyanusun bu bölgesinde olduğunu söylemiş. Ama 1964’deki bu yazıya kadar ortada öyle bir üçgen müçgen yok. Evet kaybolan uçaklar, gemiler var. Ama bunlar yaklaşık olarak o bölgede. Vincent’ın yaptığı şey, becerikli bir yazar olarak kelimelerle resim çizmek. Açmış haritayı, koymuş önüne. “Ya ben bu bölgeyi nasıl tarif edersem daha çekici hale getirebilirim” diye düşünmüş. Hedef kitlesi Amerikalı okuyucular olan bir dergide yazsaydınız siz ne yapardınız? Onların bildiği yerlerden başlardınız. Florida zaten cepte. Küba’yı da bilirler ama özellikle o dönemde pek sevmezler. Hımm şurada bir ada var. Amerika’ya bağlı Puerto Rico adası. İşte iki noktayı bulduk bile. Ama iki noktadan sadece bir doğru çizebilirsin. Bir bölge belirlemek için en azından bir noktaya daha ihtiyaç var. İşte okyanusta böyle başka bir köşe noktası ararken karşımıza kaçınılmaz olarak tek bir yer çıkıyor: Bermuda. Ve bu noktaları birleştirince de neredeyse kusursuz bir üçgen elde ediyoruz.
“Florida’dan Bermuda’ya bir çizgi çekin, bir diğerini Bermuda’dan Puerto Rico’ya ve üçüncü çizgiyi de Bahamalar’ın tam üstünden tekrar Florida’ya getirin.” diye yazmış. Bermuda üçgeni deyimi bir makaleyle işte bu şekilde doğmuş.
Doğar doğmaz da ilgi çekmiş. O kadar ilgi çekmiş ki başka yazarlar onun bu fikirlerini alıp, yenilerini ekleyip önce kitap sonra da belgesel haline getirmişler.
“Bermuda Üçgeni. İşte burada. Atlantik Okyanusu’nda ABD’nin güneydoğu köşesinin açıklarında… Zamanımızın en tuhaf ve tehlikeli gizemlerinden birini araştıracak bir film izlemek üzeresiniz. Charles Berlitz’in çok satan kitabından uyarlandı.” (The Bermuda Triangle, 1974, Charles Berlitz)
Adına belgesel deyince akan sular duruyor değil mi? Sadece bu kategorinin adı bile içeriğe bir ciddiyet, bir itibar kazandırıyor. Sakın buna aldanmayın. Kalitesiz belgesellerden uzak durun. Çünkü bunlar kurguyla kurgu dışını birbirine karıştırarak gerçeğin kendisine çok büyük zarar veriyorlar. Bir film izlediğinizde onun kurgu olduğunu bilirsiniz. Örneğin Spielberg’in en sevdiğim filmlerinden birinin açılış sahnesini izletiyim size.
Çölün ortasında bir kum fırtınasının içinde birbirleriyle İspanyolca, Fransızca ve İngilizce konuşarak anlaşmaya çalışan insanları görüyoruz bu filmin en başında.
- Profesyonel tercüman değilim. Mesleğim kartografi. Haritacıyım.
Sonra çölün ortasında bir şey bulduklarını fark ediyoruz.
- Hepsi oradalar.
Kumların arasından 5 tane uçak seçiyoruz. Az önce tanıştığımız haritacıyla birlikte neler olup bittiğini anlamaya çalışırken birisi anlatmaya başlıyor.
- 19 sayılı uçuş.
- 19 ne?
- Fort Lauderdale donanma uçuş istasyonundaki eğitim uçuşu. Bir gemi enkazına hedef atışı yapıyorlardı.
- Bunları kim kullanıyor?
- Hiç kimse. 1945’te bu uçakların kaybolduğu bildirilmişti.
Bu bir film olmasına rağmen 19 sayılı uçuş gerçek. Ve bence diğer tüm olaylardan daha çok Bermuda Şeytan Üçgeni efsanesinin doğumuna yol açtı. Filmdekinin aksine bu 5 uçak ve içindeki pilotlar hiçbir zaman bulunamadı. Florida’da Miami’nin kuzeyindeki Fort Lauderdale’den havalanan 5 uçak rutin bir eğitim uçuşu için yola çıktılar. Üçgen şeklinde bir rotaları vardı. Üçgen şeklinde. Bu üçgenin ilk kenarının ortalarında bir gemi enkazına atış talimi yapmaları gerekiyordu. Bundan sonra plana göre doğuya doğru biraz daha ilerleyip Bahama Adaları’ndan geçmeleri, kuzeye gittikten sonra da son bir dönüş yapıp ana üsse geri dönmeleri gerekiyordu. Böylece üçgen şeklindeki rotaları tamamlanmış olacaktı. Saat 3’te planlandığı gibi talim atışını gerçekleştirdiler. Fakat 40 dakika kadar sonra ekibin lideri iki pusulasının da doğru düzgün çalışmadığını bildirdi. Çeşitli yer istasyonları onlarla güçlükle iletişime geçmeye çalıştı ama yerlerini belirleyemedi. Giderek zayıflayan telsiz sinyalleri arasında zaman zaman uçaklardaki pilotların bulundukları yeri anlayabilmek için aralarında yaptıkları konuşmaları duydular. Ekibin lideri tecrübeli bir pilottu ve navigasyon araçları çalışmayınca yerlerini belirlemek için denizdeki kara parçalarını incelemeye başladı. Altlarındaki adalara bakınca daha önce defalarca uçuş yaptığı Florida Keys bölgesinde olduklarına karar verdi. Bu durumda batmakta olan güneşi sol kanatlarına alırlarsa kuzeye doğru uçup karaya varmış olurlardı. Bunu denediler ama karaya filan varamadılar. Bunun üzerine ilk düşündükleri yerden daha da uzakta olduklarına inandılar. Karaya ulaşabilmek için doğuya dönmeleri gerekiyordu. Fakat bunu yapmalarına rağmen altlarında okyanustan başka bir şey yoktu. Onlar bu manevraları yaparken saat 5:50’de kara istasyonları yerlerini yaklaşık olarak belirledi. Uçuş ekibinin düşündüğü gibi Florida Keys bölgesinde değillerdi. Orada olduklarını zannettikleri için yaptıkları yanlış manevralarla ilk rotalarından 200 mil kuzeye gitmişlerdi. Fakat kötüleşen hava koşulları nedeniyle yer istasyonu onlara bu bilgiyi iletemedi. Bunun üzerine saat 7:27’de iki uçağı onları bulmak için havalandırdılar. Fakat o uçaklardan da sadece biri geri gelebildi. Diğeri kaybolan ilk 5 uçakla birlikte kayıplara karıştı.
Az önce gösterdiğim “Üçüncü türden yakınlaşmalar” filmi bu 5 uçağın çölün ortasında bulunmasıyla başlıyor.
- Ama yepyeniler! Pilot nerede? Anlayamıyorum! Uçuş ekibi nerede? Buraya nasıl gelmiş?
İşte böyle cevaplayamadığımız sorularla karşılaşınca ne yaparız? Bundan güzel hikayeler üretiriz, sonra da gerile gerile filmlerini izleriz. Ki Spielberg’ün bu filminde konu uzaylılara bağlanmıştı. Hayal gücünün ürünü olduğu için bunda hiçbir sorun yok. Fakat bazıları konuya kendini kaptırıp “belgesel” adı altında benzer sonuçlara ulaştıklarını iddia etmeye başlayınca gerçeklerle hayaller birbirine giriyor.
Bermuda Üçgeni kitabı ve bu kitaptan uyarlanan belgeselde böylesi karışıklıkları bol bol görebiliyoruz. Bunların yazarı Charles Berlitz’in paranormal konularda bir çok kitabı bulunuyor. Özellikle Atlantis hakkında. Bermuda Üçgeni’nin bulunduğu bölgede kayıp kıta Atlantis’in battığını ve bu gizemli olayların da bu yüzden meydana geldiğini iddia ediyor.
Gördüğünüz gibi konuyu uzaylılara bağlayanlar da var, Atlantis’e bağlayanlar da. Peki “şeytan” bunun neresinde? Öyle ya biz bu bölgeyi hep “Bermuda Şeytan Üçgeni” olarak duyduk. Oysa ismin kökenine indiğimizde sadece “Bermuda Üçgeni” diye bir tanım yapılmış. İngilizce kaynaklarda Bermuda Şeytan Üçgeni’nin İngilizcesi yani “Bermuda Devil Triangle” diye bir ifade hiç yok. Bunu Türkçe’ye tercüme ederken literatüre biz geçirmişiz. Hani normalde “Beyaz Ev” anlamına gelen “White House” kelimesini “Beyaz Saray” olarak tercüme etmemiz gibi.
İngilizce kaynakların sadece birinde ve ondan uyarlanan belgeselde Bermuda demeden sadece “Şeytan Üçgeni” şeklinde bir başlık atılmış. İşte nasıl olduysa biz bu üç kişinin yazdığı üç şeyi birleştirip kendi gizemli üçgenimizi üretmişiz ve aslında olayların sebebini de kendimizce çözmüşüz. Bu gizemi çeşitli şeylere bağlayan pek çok teori içerisinden biz şeytana bağlayanı seçmişiz.
“Geniş Atlantik’in küçük bir bölümü olsa da çok sayıda gemi burada yeryüzünden silindi. Sayısız uçak asla varış durağına ulaşamadı. Yüzlerce yat limanına geri dönemedi. Bu şeytanın suçu.” (The Devil’s Triangle Belgeseli, 1974, Richard Winer)
Bu şeytanın suçu. Öyle mi? Gizem çözüldü yani. Bermuda’da bir üçgen var ve oraya girenleri “şeytan aldı götürdü.” Madem bu kadar yaratıcı bir zihnimiz var, neden bunu kendi çıkarlarımız için kullanmıyoruz? Ben size daha gerçekçi bir hikaye uydurayım şimdi. Karadeniz Şeytan Beşgeni.
İstanbul’dan Odesa limanına bir çizgi çekin, oradan Sivastopol ve Anapa’ya uğrayıp Trabzon’a gelin ve nihayet yine İstanbul’da çizgileri bitirip sınırı tamamlayın. İşte size bir beşgen. Şeytana daha uygun bir şekil. Üstelik boynuzları da var. Daha da önemlisi bu bölgede kaybolan uçak ve batan gemi sayısı Bermuda Şeytan Üçgeni’ndekinden kat kat daha fazla.
Şeytan üçgeninde 500 yılda 50 gemi ve 20 uçak kaybolduğu rapor edildi. Oysa sadece 2010’da denizlerde kaybolan gemi sayısı 172. Bunların hiçbiri Bermuda civarında değil. Nerede kayboldu bu gemiler? Dünyanın en tehlikeli denizleri olarak kabul edilen Japon Denizi, Güney Çin Denizi, Kuzey Denizi, Doğu Akdeniz ve hazır olun Karadeniz’de. Boşu boşuna “Karadeniz’de gemilerin mi battı” şeklinde bir deyim yok herhalde dilimizde. Nuh’un gemisinin kalıntıları bile burnumuzun dibinde Karadeniz’de aranmıyor mu? Öte tarafta dünyanın en şiddetli kasırgalarının bulunduğu bölgesinde 500 yılda 50 gemi batmış ve bundan gizem üretiyorlar. Bu bölge öyle küçük bir yer filan da değil. Karadeniz’den hatta Türkiye’den daha büyük bir alandan bahsediyoruz. Yüzbinlerce kilometrekarelik bir alandan…
Ya arkadaş hiç düşündün mü burada hava aniden değişiyor, hortumlar, kasırgalar çıkıyor. Yer altından doğal gaz fışkırıyor, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısı geçiyor, dev gibi dalgalar oluşuyor. Tabiki zaman zaman gemiler de batacak.
“Ama uçakların pusulalarında da anomaliler oluşuyor. Uzaylılar şey etmiş olmasın?” Manyetik sapmalar dünyanın her yerinde olabilir. Hatta bununla ilgili daha önce “Dünyanın kutupları neden yer değiştiriyor?” adında bir video hazırlamıştım. Uçakların pist numaralarını bile değiştirmek zorunda kalıyorlar bu yüzden.
Diyelim ki çok tehlikeli bir bölge orası. Neden uçaklar hala uçmaya devam ediyor? Florida’dan fırlatılan roketler uzaya gitmeden önce o bölgenin hemen yakınından geçiyorlar. Dünyada “cruise turizmi”nin en yoğun olduğu bölge orası. Ticari gemilerin de rotasının hemen üstünde. Buna rağmen hepsi de yollarına devam ediyor. Sigorta şirketleri bu rotada seyahat eden gemiler için ekstra risk primi istemiyor.
Öte yandan orada kaybolduğu iddia edilen gemilerin, uçakların bir kısmı üçgenin içinde bile değildi. Sadece rotaları o üçgenin içinden geçiyordu. Tüm olayları aktarmakla vakit kaybetmek istemiyorum ama bir geminin henüz üçgene girmeden Meksika körfezinde; Barbados’tan kalkan bir başkasının oradan hiçbir olay olmadan geçtikten sonra kıyıya yakın bir yerlerde kaybolduğunu biliyoruz. Bazı uçaklar ya da başta aktardığım USS Cyclops’un kardeş gemileri zaten yakınından bile geçmemişler, Kuzey Atlantik’te kaybolmuşlar. USS Cyclops’un son görüldüğü yer St. Kitts adaları epeyce yakın, ama içinde değil. Kristof Kolomb’un gördüklerine gelince… Takip ettiği rota ve tarihler göz önünde bulundurulduğunda Eylül ortasında pusulası anomaliler gösterirken zaten okyanusun ortasındaymış. Ekim ayında gördüğü ışıkların da meteor ya da adalarda yaşayan yerlilerin yaktığı meşalelerden gelme ihtimali çok yüksek. Bu arada ne battılar, ne de kayboldular.
Bunlardan sadece 19 numaralı uçuş üçgenin içinde gerçekleşti, en popüler olay haline geldi ve bence oradaki rotanın şekli, bölgeyi tanımlamak için ilk yazıyı kaleme alan yazara ilham verdi.
“Bermuda Şeytan Üçgeni’nin gizemi çözülebilir mi?” Sorusuyla yola çıkmıştık. Ortada bir gizem yoksa neyi çözeceğiz? Aslında bir gizem var. Okyanusun kendisi. Dünyada keşfedilmedik bir yer kalmadı. Onu geçtim Ay’ın bile çok ayrıntılı haritasını yaptık. Güneş sisteminin dışına çıkmış uzay araçları var. Buna rağmen dünya yüzeyinin %70’ini kaplayan okyanusları Mars’ın yüzeyinden daha az biliyoruz.
Bir zamanlar Mars’ı da bilmiyorduk. Bilmediğimiz için “Dünyalar Savaşı” gibi kitaplarda hep Marslılar bize saldırıyordu nedense. Ne zamanki oraya uzay araçları gönderip neler olup bittiğine baktık, o zaman Marslı uzaylılar da ortadan kalkıverdi. Bugün dünyanın çevresinde dönen binlerce uydu var. GPS sayesinde karalardaki her adımımızı hesaplayabiliyoruz. Ama okyanusların ayrıntılı bir haritasını hala çıkartamadık. Okyanus tabanının %90’ının sadece 5 km çözünürlüğünde bir haritası var elimizde. Yani tabanda 5 km’den daha küçük cisimlerin nerede başlayıp nerede bittiğini bilmiyoruz. Karşılaştırma olsun diye belirteyim. Ay’ın ve Venüs’ün tamamının haritası 100 metre çözünürlüğünde bitirilmiş durumda. 2020 Temmuz ya da Ağustos’unda yeni bir rover gönderilecek olan Mars yüzeyinin bazı bölümlerini 6 metre çözünürlüğünde haritalamış durumdayız. 6 metre. Okyanuslarımızın tabanını 5000 metre.
Az önce alıntıladığım filmin şu bölümünü boşu boşuna göstermedim sizlere…
- Profesyonel tercüman değilim. Mesleğim kartografi. Haritacıyım.
Okyanusları hala keşfetmedik. Doğru düzgün bir haritasını bile çıkarmadık. Bizim için hala bilinmez. O yüzden boşluk kabul etmeyen beyinlerimizi tatmin etmek için bazıları onun yüzeyini hemen saçma sapan üçgenlerle, beşgenlerle parselliyor.
Bu hafta seslendirmesini bitirdiğim çok güzel bir kitap var. Adını vermeyeceğim, çünkü onunla ilgili başlı başına bir video yapmayı planlıyorum. Ama o kitapta da bu konuya çok güzel değinilmiş. İnsanların bilmedikleri hakkında nasıl hikayeler uydurdukları, denizlerin ne kadar keşfedilmemiş olduğu anlatılmış. Orada da denize ait gizemli bir varlıktan söz ediliyor. Dediğim gibi kitabın adını şimdi vermeyeceğim ama o varlığa diğer insanların taktığı adı söyleyeyim mi? Deniz Şeytanı.
Bilinmeyenden korkmayın. Başkalarını da korkutmayın. Kritik düşünme becerilerinizi ve teknolojiyi kullanarak, aktif olarak öğrenebilir ve yaratıcılığınızın da yardımıyla analitik bir sonuca varabilirsiniz. Bilim dünyasının zaten yıllardır kullandığı bu teknikler, gelecekte her konuda herkesin işine yarayacak.