Kategoriler
Bilim Tasarım

Sadece 235 atom kullanarak bir yarış arabası tasarladık!

“Sadece 235 atom kullanarak bir yarış arabası tasarladık!” başlığını gördünüz ve şimdi merak ediyorsunuz, nasıl bir tık tuzağına yakalandım diye… Eğer böyle düşünüyorsanız henüz bu kanala abone değilsiniz demektir. Çünkü burada izleyicileri kandıran, yanıltıcı başlıklara asla yer yok. Bu videoda gerçekten atomları kullanarak dünyanın en küçük yarış arabasını tasarlayacağız. Bir nanocar tasarımı yapacağız. 

Nano “cüce” demek. Bilim dünyasındaysa nano ile tanımlanan ifadeler, herhangi bir ölçünün milyarda birini gösterir. 1 nanometre metrenin milyarda biri demektir ve bu da yaklaşık 3 altın atomunun uzunluğudur.  DEVAMI ▷

Kategoriler
Bilim Tasarım

Tetris neden bu kadar bağımlılık yapıyor?

Dünyanın gelmiş geçmiş en çok satan oyunu çok basit bir şeklin -karelerin- yan yana gelmesinden oluşuyor. 4 tane kare I şeklinde, O şeklinde, L şeklinde, S ve T şeklinde bir araya gelince tetrominolara dönüşüyor. Karşıdan üzerinize doğru gelen tetrominoları düzgün bir şekilde yerleştirme çabasıyla da “Tetris” oyunu ortaya çıkıyor. 4’lü karelerle oynanan bir tenis oyunu gibi. Zaten adı da buradan geliyor. 4 anlamına gelen “tetra” ve “tenis” kelimelerinin birleşiminden. Tasarım yaparken aklınızda olsun: Yeni bir şey ortaya koymak için iki farklı şeyi daha önce hiç olmadığı biçimde bir araya getirin. DEVAMI ▷

Kategoriler
Gelecek Tasarım

Marmara Denizi’nde yüzen bir kent yapılamaz mı?

Bu videoda sizlere bazı hipotetik sorular soracağım. İdeal bir kent sizce nasıl tasarlanmalı? Mesela bir kentte kaç kişi yaşamalı? Böyle de soru mu olurmuş demeyin. Bir düşünün bakalım. Kendi kendine yetebilen, sürdürülebilir, uzun soluklu, sağlıklı bir kentin ideal nüfusu bana göre 5040 kişi. Çünkü 5040 benim en sevdiğim sayılardan biri. Tabi bunun bir de matematiksel bir sebebi var ve onu birazdan açıklayacağım. Peki nereden icap etti de böyle kent tasarımları hakkında konuşmaya başladık derseniz, biliyorsunuz bu kanalda daha önce size çeşitli videolarla küresel iklim değişikliğinin olası sonuçlarını göstermeye çalıştım. Bunlardan biri de deniz seviyelerinin yükselmesi. 2050 yılına kadar aralarında İstanbul’un da yer aldığı dünyanın 10 büyük kentinden 9’u yükselen sulardan öyle ya da böyle olumsuz olarak etkilenecek. İşte geçtiğimiz hafta, 3 Nisan Çarşamba günü Birleşmiş Milletler’de bir toplantı yapıldı. Ortadaki ekranlardan gösterilen şey bir kent tasarımı. Oceanix City adlı bu konsept tasarımı sunanların amacı denizlerin üstünde yüzen kentler kurmak. DEVAMI ▷

Kategoriler
Tasarım Teknoloji

Yapay zeka GauGAN, çizimleri tabloya dönüştürmeyi öğrendi

Yapay zeka dünyasından çok ilgimi çeken yeni bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu gördüğünüz basit çizimi, şöyle bir tabloya dönüştürebilir misiniz? Ne kadar sürede? Bob Ross olsa yarım saatte yapardı herhalde. Artık bilgisayar yardımıyla böyle bir tabloyu hazırlamak yarım dakika bile sürmüyor.

Hazır mısınız?

Bu yazılımda NVIDIA tarafından geliştirilen bir “derin öğrenme modeli” kullanılmış. Karalamaları fotorealistik tablolara dönüştürüyor. Bunu yaparken “Üretken Ters Ağ – Generative Adversarial Network (GAN)” yöntemini kullandığı için geliştirilen yazılıma “GauGAN” demişler. Sonunu anladık da ismin baş tarafı nereden geliyor diyenler şu tablodaki imzaya bakabilir. Evet post-empresyonist ressam Gauguin’den esinlenmişler. DEVAMI ▷

Kategoriler
Tasarım

Kafe Duvarı İllüzyonu

Optik illüzyonları görmüşsünüzdür mutlaka. Bugün ben de size bunlardan birini göstereceğim. Hikayesini anlatacağım ve bilimsel açıklamasını aktarmaya çalışacağım. Ama bütün bunların ötesinde bir optik illüzyonun hayata bakış açınızı nasıl değiştireceğini göstereceğim.

Büyükçe bir satranç tahtası hayal edin. Siyah ve beyaz renkli karelerden oluşuyor. Karelerin sayısı çok önemli değil. Yatay ve dikey çizgiler birbirine paralel ve son derece hizalı. Her şey yolunda. Bu karelerin hizasını biraz bozduğumuzda farklı bir desen görmeye başlıyoruz.  Ama kareleri, arasında ince bir çizgi oluşturacak şekilde düzenlersek, işte o zaman bir illüzyon başlıyor. Ne görüyorsunuz? Yamuk çizgiler, birbirinden farklı büyüklükte kareler. Her şey iç içe geçmiş.

İşte bu illüzyona “Kafe Duvarı İllüzyonu” deniyor. Aslında ilk kez 1898’de keşfedilmiş ama daha sonra unutulmuş. Ta ki 1973’de Bristol’de yolda dalgın bir şekilde yürüyen bilim insanının bir kafenin duvarında bu şekilleri görmesine kadar. Literatüre “Kafe duvarı illüzyonu” olarak geçmesine sebep olan yer işte bu kafenin duvarı. İllüzyonun başka bir yerde değil de bu duvarda keşfedilmesini sağlayan şeyse tuğlaların arasındaki ince sıva katmanı. Hemen bu konuda çalışmalar yapmaya başlayan nöropsikolog Profesör Richard Gregory tabi önce bu tuğlaların boyutlarını ve çizgilerin gerçekten paralel olup olmadığını ölçmüş. Paralel olduğunu tespit edince bu konuyla ilgili bilişsel psikologlarla da işbirliği yaparak bir bilimsel makale yayımlamış.

Makalede bu illüzyonun muhtemel sebebini açıklamaya çalışırken başka bir bilim insanının çalışmalarına gönderme yapıyorlar: Profesör Semir Zeki. Semir Bey’in özellikle nöroestetik konusunda yaptığı çalışmalar çok etkileyicidir. Kendisi 1976 yılında görsel karakteristiklerin, mesela parlaklık, renk ve hareket gibi özelliklerin beynin farklı bölgelerinde haritalandığını keşfetmiş. Kafe duvarı illüzyonunu bilimsel olarak açıklamaya çalışanlar, işte buradan yola çıkmışlar. Sadece siyah ve beyaz şekiller gördüğünde beynimiz bunları aynı bölgede haritalandırdığı için köşelerini hizalı olarak algılayabiliyoruz. Beynimiz bu şekillerin yerini kilitliyor. Ama araya ince bir gri sınır çizgisi çektiğimizde bu çizgi beynin başka bir bölgesinde haritalandığı için hiza algımız darmadağın oluyor. İki farklı bölgedeki bilgiyi kilitleyemiyor.

Bugüne kadar bu konuyu açıklamaya çalışan başka bilimsel çalışmalar da yapılmış ama hala tam olarak açıklanabilmiş değil. Bana göre bu optik illüzyondan çıkartabileceğimiz başka ilginç tespitler de var. Çünkü düşünsenize bir yandan bu çizgilerin paralel olduğunu biliyoruz. Ama bir yandan da paralel değilmiş gibi deneyimliyoruz.

Şimdi, etrafımızda gördüğümüz şeyleri önce algılıyoruz ve sonra da algıladıklarımıza inanmaya başlıyoruz değil mi? Hatta “algı gerçekliktir” diye bir kavram var. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık televizyonda gördüğümüz bir olayı, reklamlarda gördüğümüz bir ürünü, sosyal medyada tanıdığımız bir kimseyi nasıl algıladığımız her şeyden daha önemli hale geldi. Onun gerçekte ne olduğundan bile daha önemli.

“Bir şeyin gerçek olmasından daha önemli olan o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır.”– Henry Kissinger.

Çok korkutucu bir söz değil mi? Ama içinde yaşadığımız dünya tam da böyle. Her şey algılar üzerine inşa ediliyor. Ve bizler birey olarak savunmasız hale geliyoruz. Neye inanacağımızı şaşırıyoruz.

İşte tam bu noktada optik illüzyonları kendimizi eğitmek için bir araç olarak kullanabiliriz. Nasıl mı? Şimdi size gösterdiğim “Kafe duvarı illüzyonunu” iki şekilde kullanmayı öğreteceğim:

  • Karşılaştığınız insanlara karşı
  • Başınıza gelen olaylara karşı
  • DEVAMI ▷

    Kategoriler
    Tasarım

    Yeni bir geometrik şekil keşfedildi! Scutoid

    Yeni bir geometrik şekil keşfedildi! Geçen hafta bilim dünyası bu haberle çalkalandı. Konu aynı zamanda tasarımla da ilgili olduğu için benim de ilgimi çekti ve araştırmaya başladım. Eğer Google’da “yeni geometrik şekil” ya da “new geometric shape” yazıp aratırsanız üç aşağı beş yukarı benzer içerikte yazılmış onlarca haber görebilirsiniz.

    Başlıklar çok ilgi çekici. Sizi hemen haberi okumaya teşvik ediyor. Buraya kadar her şey çok güzel. Okuyup heyecanlanıyoruz. Peki üzerinde düşünüyor muyuz? “Yeni geometrik şekil.” Bir şekil nasıl olur da “yeni” olabilir? Tüm şekiller zaten var değil mi? Önümüzdeki hafta duyurulacak yeni model bir telefon gibi birdenbire mi ortaya çıkıyorlar bunlar?

    • Ne yediniz? İki haftalık erzakınız vardı. Neredeyse dört ay içerideydiniz.
    • Yediğimi hatırlamıyorum.

    Bu Lena. Bu yaz izlediğim en garip filmlerden biri olan “Annihilation – Yok Oluş” filminin baş karakteri. Bir biyolog ve bu biyolog filmde bir keşif gezisine çıkıyor.

    • Josie Radek’e ne oldu?
    • Bilmiyorum.
    • Ya Sheppard’a? Thorensen’a?

    Saydığı isimler keşif ekibindeki diğer kişiler. Antropoloji, psikoloji gibi farklı bilim dallarında çalışıyorlar. Bugün bahsedeceğim keşfin yapılması da böyle farklı disiplinlerde çalışan bilim insanlarının biraraya gelmesiyle mümkün olmuş.

    Bu bilim insanları da biraraya gelip sanal bir keşif yolculuğuna çıkmışlar ve yeni bir şekil bulmuşlar. Yeni bulunan bu şeklin adı “Scutoid.” Küp ya da küre gibi 3 boyutlu bir şekil ama daha çok yamultulmuş bir prizmaya benziyor. Onu keşfeden ekipten biyofizikçi Javier Buceta ise şekli “fermuarlı prizma” olarak tanımlıyor. Neyse ben size şekli göstereyim de siz kendiniz de kendinize göre bir tanımlayıp yorumlar bölümünde açıklamaya çalışın bakalım. Sonuçta bizim için yeni olan bu şey, aslında doğada hemen her yerde zaten vardı. Özellikle de canlıların içinde. Evet hepimizin içinde bu şekil var. Hepimiz scutoidiz!

    Bu bir hücre. Tüm hücreler gibi var olan bir hücreden doğdu. Dolayısıyla esasen tüm hücreler tek bir hücreden doğmuştur. Dünya gezegeninde, belki de evrende yalnız olan tek bir organizmadan.

    Şimdi şekli biraz daha ayrıntılı inceleyelim. Beşgeni biliyorsunuz. Pentagon. Bu beşgeni alıp uzatın, ne olur? Beşgen prizma. Şimdi bu şeklin bir çadır olduğunu hayal edin. Köşelerinden bir tanesinde fermuar var. Fermuarlı prizma lakabının nereden geldiğini anladınız mı? İşte o fermuarı üstten açmaya başlıyorsunuz. Artık üstte bir altıgen altta bir beşgen ve köşelerden birinde oluşan yeni bir üçgen var.

    Bakınca çok kolay bir şekil gibi gözüküyor. Nasıl olur da böyle bir şeyi yeni keşfetmiş olabilirler ki? Ama dikkatli incelerseniz hiç de kolay bir şekil olmadığını görürsünüz. Karmaşık bir şekil bu. Modelleyip de 3 boyutlu yazıcıdan bastırmaya çalışınca bunu daha iyi anlıyorsunuz. Prizmadan farklı olarak bazı yüzeylerin şekli oldukça garip. Dümdüz değil. Eğimli. İş asıl ne zaman karmaşıklaşmaya başlıyor biliyor musunuz? Bunlardan bir kaç tane yapıp birleştirmeye çalıştığınızda.

    Aslında altıgenleri ve beşgenleri birleştirme konusuna çok aşinayız. Bir beşgenin etrafına beş altıgen koyarsanız tanıdık bir şekil belirmeye başlar. Toplam 12 beşgeni ve 20 altıgeni birleştirmeye çalışırsanız ortaya tam olarak bir futbol topu çıkar. Biz buna futbol topu diyoruz ama matematikçiler “Goldberg Polihedron”u diyorlar. Bir dahaki sefere halı saha maçı yaparken aklınızda olsun: “Arkadaşım goldberg polihedronunu atsana artık yeter!” diye bağırabilirsiniz. Yani “top da yuvarlak değildir!” Daha önce yaptığım “dünya yuvarlak değildir” videosunda dünyanın neden yuvarlak olmadığını anlatmıştım. İşte futbol topunun şekli “Goldberg Polihedronu” tam olarak “kesik icosahedron.” Dünyanın şekli “geoid.” Bilim insanlarının geçen hafta yeni keşfettiği şeklin adı “scutoid.”

    Dünyayı ve futbol topunu anladık da bu scutoid şekli nerede? Nasıl görebiliriz? İşte şimdi matematikten/geometriden biyolojiye geçiş yapıyoruz. Çünkü scutoidler bizim içimizde. Gözümüzün önünde. Derimizdeki hücrelerin şekli. Daha bilimsel konuşmak gerekirse epitel doku hücrelerinin şekli. Biyologlar bu hücreleri ilk kez görmediler tabiki. Ama şeklini bir türlü anlayamadılar. Mikroskop altında incelediklerinde bu hücrelerin prizma şeklinde olduğunu düşündüler. Fakat daha sonra bu hücrelerin bazı durumlarda farklı bir şekilde biraraya geldiklerini gördüler. Bu kez onların prizma değil de “frustum” şeklinde olduklarını zannettiler. Frustum şeklini bir tarafı kesik bir piramit gibi hayal edebilirsiniz. Ancak hücreler bazen öyle bir birleşip çok sıkı bir doku haline geliyorlar ki bunu ne prizma ne de frustum gibi bilinen şekiller açıklayamıyor. Bunun üzerine Luis Escudero öncülüğünde (bu isim önemli unutmayın) bu araştırmayı yapan biyologlar matematikçilerle işbirliği yapıp nasıl bir hücre şeklinin bu yapıyı oluşturabileceğini araştırıyorlar. Matematikçiler çeşitli modellemeler yaptıktan sonra “scutoid” şeklinin en iyi açıklamayı yaptığını buluyor. Sonra bazı böcekler ve sineklerdeki hücreler incelenince gerçekten de tam olarak bu şekilde oldukları keşfediliyor.

    Böcek deyince geçen hafta basında çıkan haberlerde “scutoid” isminin kaynağı olarak kınkanatlı böceklerin kabuklarında yer alan bir şekilden yola çıkıldığı yazıyordu. Bu yapıya “scutellum” deniliyormuş. Epitel doku hücrelerinin şekli bu böceklerin kabuklarındaki şekle çok benzediği için “scutoid” ismini uydurmuşlar. Bu şeklin modellemesini yapan İspanyol matematikçilerden biri ismin daha derin ve gizli bir anlamı olduğunu açıkladı. Hani biyologlardan oluşan ekibin başında Luis Escudero diye biri var, bu ismi unutmayın demiştim ya…

    Projenin biyolog liderinin adı Escudero. Latince karşılığı “escudo.” İşte biz de aramızda şakayla karışık “escu-toids” demeye başladık. Sonra da bu şekil için başka bir isim düşünemez olduk. DEVAMI ▷