iPhone 2.0?
“Tüm zamanların en iyi reklam filmi hangisidir?”
Bana sorarsanız “ya tabiki kişiden kişiye değişir, reklamları kesin olarak sıralamak zordur” gibi bir takım şeyler eveleyip gevelerdim tıpkı Google’ın yenilenmiş arama motorundaki AI Mode’unun vereceği türde bir cevap gibi. Ama birçok kaynak belli başlı bazı reklam kampanyalarını çok ikonik, çok etkili olarak kabul eder. Ve benim de 1 numara kabul ettiğim 1984 reklamını listelerinin en tepesine yerleştirir.
Reklam, mavi ve gri tonlarda distopik, endüstriyel bir ortamla açılır ve dizi dizi sıralanmış tele ekranlar tarafından izlenen uzun bir tünelde uyum içinde yürüyen insanları gösterir. Klasik Metropolis filminin açılış sahnelerini çağrıştırır bu görüntüler. Zaten reklamın yönetmeni de sonradan “Sir” ünvanı da alan Ridley Scott’tan başkası değildir. Hani şu meşhur Blade Runner ve Martian filmlerinin yönetmeni. Neden özellikle Martian’ı vurguladığıma geleceğim.
Reklamın adından da tahmin edebileceğiniz gibi George Orwell’in ünlü romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’e bir gönderme yapılıyor. Ne oluyordu o romanda? “Büyük Birader” tarafından yönetilen distopik bir gelecek anlatılıyordu.
Sonra isimsiz bir koşucuyu görürüz. Senaryoda isimsiz diye geçiyor ama aslında Anya Major adında gerçek bir atlet o. Hatta Elton John’un Nikita şarkısındaki Nikita’nın ta kendisi. Hani şu ilk sahnesinde duvarda Türkçe “Kahrolsun Faşizm” yazan klipteki oyuncu.
İşte o isimsiz koşucu elinde bir balyozla koşmaktadır 1984 reklamında. Kırmızı atletik şort, koşu ayakkabıları, ve üzerinde kübik bir desenin bir anlığına göründüğü beyaz bir atlet giymiştir. Atletin üzerindeki o kübik desen dışında reklamın hangi ürünü tanıttığına dair hiçbir görsel ipucu yoktur.
İsimsiz koşucumuz ekrandaki Büyük Birader’in karşısına geçer ve o tam “Galip geleceğiz!” dediği anda elinde savurduğu balyozu ona fırlatır ve köhne ekranı patlatarak her yeri ışığa boğar.
Sonra o aydınlanmış ekranın karşısında şaşkınlıkla donakalmış kitlelerin üzerine düşen tırnaklı fontla yazılmış şu metni görürüz. “24 Ocak’ta Apple Computer, Macintosh’u tanıtacak. Ve 1984’ün neden “1984” gibi olmayacağını göreceksiniz.”
Evet elinde taşıdığı balyozla, yani bir cihazla eski düzeni yok eden o yeni nesil atletin üzerindeki kübik desen dünyanın ilk masaüstü kişisel bilgisayarı olan Macintosh’un stilize halinden başka bir şey değildir. Yok etmeye çalıştıkları eski düzense “Big Brother” değil ama “Big Blue” olarak bilinen IBM. Nereden biliyoruz bunu? Macintosh’un çıkmasından 1 yıl önce 1983’te Steve Jobs’ın yaptığı bir konuşmadan. Diyordu ki orada:
“IBM her şeyi istiyor ve silahlarını endüstri kontrolüne karşı son engeli olan Apple’a doğrultmuş durumda. Big Blue tüm bilgisayar endüstrisine mi hükmedecek? Tüm bilgi çağına mı? George Orwell 1984 konusunda haklı mıydı?”
Tüm bilgi çağına hükmetmek. Herkesin arzusu bu galiba? Peki ya size buna benzer bir konuşmanın geçen ay tekrar yapıldığını söylesem? Hatta geçen hafta yayınlanan bir videonun neredeyse bu 1984 reklamı kadar ikonik bir hale dönüşebileceğini anlatsam? Daha da ileri giderek önümüzdeki yıl yani 2026’da piyasaya çıkacak yeni bir cihazın kişisel bilgisayar devrini başlatan Macintosh ya da akıllı telefon devrini başlatan iPhone kadar önemli bir etki yaratabileceğini iddia etsem? Ne dersiniz?
—
1984’te Steve Jobs, dünya devlerine Macintosh ile ilk kez kafa tutmuştu ama Apple’ın bir deve dönüşmesi ve dünyanın en zengin şirketi haline gelmesi için bu denkleme eklenmesi gereken bir kişi daha vardı. Jony Ive. Daha sonra alacağı ünvanla “Sir” Jony Ive. Kendisi şirkete katıldıktan sonra Steve Jobs’la çok yakın arkadaş oldu. Öyle ki Jobs, Ive’ı “Apple’daki manevi ortağı” olarak tanımladı. Küp şeklindeki Macintosh’u aldı ve şeffaf tasarımlı iMac’e dönüştürdü. Çok beğenilen bu iMac tasarımı, daha sonra iPod ve nihayetinde iPhone ve iPad gibi birçok başka tasarımın önünü açmaya yardımcı oldu.
Evet, Apple’ı dünyanın en değerli markası haline getiren iPhone’u tasarlayan kişi Jony Ive, 9 Ocak 2007’de Jobs’un iPhone’u tanıtmasının ardından onunla telefonda görüşen ilk insandır. Bir tasarımcı olarak bu derece önemli biridir. Daha sonra da tüm ürün tanıtımlarında bizzat yer aldığını görürüz.
Daha çok duyarız. British aksanıyla yavaş, sakin, dingin, hani neredeyse bir fısıltı gibi konuşan, düşünceli bir anlatımla mutfakta pişirdiklerini bize sunan bir tasarım filozofu gibi anlatır yaptıklarını. Onun bu tarzı, bir ciddiyet, bir zarafet hissi katar-dı.
27 yıl çalıştıktan sonra 2019’da Apple’dan ayrıldı ve San Fransisco’da kendi tasarım şirketini kurdu. LoveFrom şirketini. Acaba şimdi ne yapacaktı? Ne de olsa Apple için geliştirdiği o şık ürün tasarımları, ambalajları ve hatta bir kutunun içine kablonun nasıl yerleştirilmesi gerektiğine kadar titiz ayrıntıları başka markaları da etkilemişti. Televizyonların görünümünden su şişelerinin şekline kadar pek çok şeyi değiştirdi. Star Wars’taki yeni ışın kılıcının tasarımına kadar pek çok şeyi.
Ancak Apple’dan ayrılıp LoveFrom adını verdiği kendi tasarım şirketini kurduktan sonra Jony Ive büyük ölçüde ortadan kayboldu. Web sitesi nde yine onun tasarladığı tırnaklı bir fontla yazılmış şirketin adından başka bir şey yoktu. Bir de bir ayı dışında. Muhtemelen yaşadığı eyalet Kaliforniya’yı temsil ediyor. Hani LoveFrom, sevgiyle Kaliforniya’dan SanFransisco’dan sevgilerle filan. Bu arada bu animasyon tarzını bir yerlerden hatırlıyor musunuz? Evet kendisi Steve Jobs’ın kurduğu Pixar animasyon stüdyosuyla da yakından ilgilenmişti bir zamanlar. Peki böylesine etkili bir insan giriş jeneriği gibi gözüken bir web sitesi dışında bir şey yapmamış mıydı yani? Silikon Vadisi’ndekiler bile onun beş yılını bir yazı tipi tasarlamakla geçirdiğine dair şakalar yapıyordu aralarında. Haha, hah hah! Ancak tüm bu kahkahaların ardında aynı merak yatıyordu: Sir Jony Ive acaba ne yapıyordu?
Tarih 21 Mayıs 2025. Google’ın yıllık en büyük etkinliği olan IO konferansında yapay zeka konusunda dünyanın en iyisi olduğunu söyledikleri gelişmeleri vermeye başladıktan hemen sonra bu konudaki en iddialı rakipleri OpenAI bir deklarasyon yayınladı. En başında siyah beyaz artistik bir fotoğrafla. Ve fotoğrafta Jony’nin yanında OpenAI’ın kurucusu Sam Jobs, pardon Sam Altman vardı. Altında da yine tarihle başlayan bir metin. Ve yine tırnaklı fontla yazılmış.
“Bu olağanüstü bir an. Bilgisayarlar artık görüyor, düşünüyor ve anlıyor.” diye başlayan bu metin resmen Jony’nin Sam’le iş birliği yaptığını açıklıyor. Bu bana göre OpenAI’ın 1984 anı. Ve metnin en altında yayınladıkları video da 1984 reklamının 9 dakikalık bir versiyonu. Yanlış anlaşılmasın bir reklam filmi değil ama zaten günümüzde kim televizyondan reklam izliyor ki. Herkes YouTube’da.
İşte bence daha sonra tarihi olarak adlandırılacak bu YouTube videosu San Francisco’nun ikonik sembollerinden Golden Gate Köprüsü’yle açılıyor. Kentin güneşle ısınmaya çalışan soğuk sokaklarını gösterirken Sam Altman’ın sesini duymaya başlıyoruz.
“Pırıl pırıl, soğuk bir nisan günüydü; saatler on üçü vuruyordu. Dondurucu rüzgârdan korunmak için çenesini göğsüne gömmüş olan Winston Smith, Zafer Konutları’nın cam kapılarından çabucak içeri süzüldü.” demiyor. Bu meşhur 1984 romanının girişi olurdu çünkü. Ama bu cümleler dışında pek çok şey uyumlu. Zafer Konutları’nın cam kapıları yerine San Fransisco’nun gökdelenleri arasında bir yolculuk başlıyor.
Fonda bir yerlerden hatırladığım bir müzik çalmaya başlıyor. Nereden hatırlıyorum acaba? Cough, cough Martian. İsimsiz bir koşucu yerine bu kez Sam Altman koşar adım bir yerlere gidiyor. Sonra Jony’i görüyoruz. O da bir pehlivan edasıyla yürümeye başlıyor. “San Francisco, sen mi büyüksün ben mi” der gibi o da bir yerlere doğru gidiyor. Aralara giren tırnaklı fontlu yazılardan anlıyoruz ki bu bir yerlere giden iki arkadaş, iki senedir gizliden gizliye buluşup birlikte çalışıyormuş. Jony o etkileyici British aksanıyla neden böyle yürüdüğünü açıklamaya başlıyor bize. “Ben Amerika’ya, San Francisco ve Silikon Vadisi’nin coşkulu iyimserliği tarafından çekilerek geldim.” diyor.
“Son 30 yılda öğrendiğim her şey, beni bu ana ve bu yere getirdi.” dediği anda iki sokağın köşesinde gördüğümüz o bulanık yeşil bina var ya. İşte tam oraya getirmiş onu. O binanın altındaki kafede buluşuyorlar. Sarılıp hasret gideriyorlar. Tam kahvelerini alırken barın ötesinden göremediğimiz biri bunlara laf atıyor. “Peki bu anonsta ne oluyor yani şimdi?” gibilerinden bir şey söylüyor, tam anlaşılmıyor, mkrofon vermemişler ona. Ve tırnaklı font bize cevabı yapıştırıyor. “IO adında yeni bir şirketi anons ediyoruz.” Şaka mı bu? IO. Yani yeni kurduğunuz şirketin adını IO mu koydunuz? Tam da 30 mil ötede Google IO konferansı başlamışken hem de.
Neyse Sam konuyu açıklamaya başlıyor. Ama barın ötesinden laf atıp soruyu soran o gizemli kişiye değil de konuyu zaten bilen Jony’e anlatıyor nedense. Bense onun ne dediğinden çok prodüksiyonun kalitesine takılıyorum. Sokağın köşesindeki bir kafede buluşup konuşuyorlarmış gibi. Öylesine sıradan, öylesine gündelik gibi gösteriyorlar ama prodüksiyon Hollywood kalitesinde. Open AI’ın diğer videolarındaki gibi telefonla çekilmiş gibi durmuyor. Bazı açılardan o kadar kusursuz ve hatta biraz da plastik görünüyor ki sosyal medyada bunun yapay zekayla yapılmış bir video olduğunu iddia edenler bile oldu. Sora’yla mı yapacaklar? Hadi canım. Hani Veo3 olsa belki ama Open AI’ın Sora’sıyla böyle bir şeyi yapmak mümkün değil tabi. “Bir kere bu mekan gerçek bir yer” derken uyandım. Çünkü ben orayı biliyorum. O köşedeki yeşil binayı. Kaç kere kahve içtim orada. Girdikleri o yerin adı: Cafe Zoetrope. Anladınız mı? Zoetrope diyorum ya. Hiç mi “Apocalypse Now” filan izlemediniz? Ya da Megalopolis. Filmin başındaki logoyu görmediniz? Logodaki binayı tanımadınız? Evet bu bir film şirketi ve merkezi bu binada. O film şirketinin de altındaki aynı isimli kafenin de sahibi Coppola ailesi. Evet şu meşhur Francis Ford Coppola. Dünyanın en ünlü mafya ailesinin hikayesini anlatan Godfather filminin yönetmeninin kafesi burası. Orada oturuyorlar şu anda. Dünyayı değiştirecek planlarını da sanki gündelik bir buluşma esnasında kahvelerini yudumlarken bize anlatıyorlar. Hani ayıp olmasa yine Coppola’nın ürettiği cin markası Ada Lovelace’ı yudumlayacaklar ama üst katta aile salonu var, olmaz. Ada Lovelace, yani dünyanın ilk bilgisayar programcısı olarak kabul edilen kişinin adıyla ürettiği cinleri satan yönetmenin kafesindeki o barın arkasında laf atıp soru soran gizemli kişi var ya. O da Oscar ödüllü belgesel yönetmeni Davis Guggenheim. Hiçbir şey tesadüf değil. Resmen adım adım 1984 reklamı çekiyorlar.
Şimdi gelelim yaptıkları anonsa. Aslında bir anonsun anonsu bu. Diyorlar ki “Sam’in OpenAI’ı var. Jony’nin de LoveFrom’u. İkisi de bunları satamayacak kadar meşhur ve önemli insanlar. O zaman üçüncü bir şirket kuralım, adını IO koyalım. OpenAI da bu şirketi satın alsın. 6,5 milyar dolara.” diyorlar. Peki amacı ne bu şirketin.
“Amacımız: İnsanların yapay zekâyı kullanarak harika şeyler yaratmalarını sağlayacak bir cihaz ailesi geliştirmek.”
Tırnaklı fontla tekrar vurgulayalım. “YZ ürünleri ailesi.” Mafya ailesi filmleriyle meşhur olan bir sanatçı ailesinin sahibi olduğu bir kafede birleşerek IO adında yeni bir aile kuran bu kişilerin duyurdukları şey bir YZ ürünleri ailesi.
Peki bu ailenin ilk ferdini görüyor muyuz bu anonsta? Hayır. Ama hayal edebiliyoruz. O yüzden anonsun anonsu.
“İlk cihaz… üzerinde çalıştığımız ilk şey… …hayal gücümüzü tamamen ele geçirdi.”
Hayal edemeyenler için Sam konuyu biraz daha açıyor sağolsun. Yani diyor ki Jony iPhone’u yaptı. Jony MacBook Pro’yu yaptı. Bunlar, insanların teknolojiyle etkileşiminde belirleyici ürünlerdi. Bunların ötesine geçmek zor, bunlar harika şeyler.
Ama belli ki “1984”vari bu filmi de boşu boşuna yapmadılar. Bakın iPhone dedi, MacBook dedi. Demek ki yapacakları şey en az onlar kadar önemli bir cihaz olacak. En az bilgisayar kadar, telefon kadar önemli bir şey. Adeta bir “su gibi” ihtiyaç duyacağımız türde bir şey yapmak istiyorlar.
Peki neden? Çünkü o cihazlar bir zamanlar güzeldi. Aradan on yıllar geçti. Artık YZ çağındayız. Ama YZ dediğimiz şey de bulutta yaşayan sihirli bir şey gibi. Ona erişmek, o mucizevi suyu içebilmek için bir sürü şey yapmak zorunda kalıyoruz.
Şimdi ChatGPT’ye bir şey sormak istesem ne yapmam gerekir?
“Dizüstü bilgisayarı alacağım, açacağım, tarayıcıyı başlatacağım, sonra yazacağım, açıklayacağım, “enter”a basacağım, sonra da yanıtı bekleyeceğim.”
Yani biz bu bilgisayar işinin sınırına kadar geldik artık diyor. Bizim teknolojimiz çok daha fazlasını hak ediyor. Sonra biraz nasıl tanıştıklarından ve tabi yine ailelerinden bahsediyorlar. Sam’in ailesine pek girmiyorlar. Yaşadıkları şehri övüyorlar. San Francisco’nun mitolojik bir yer olduğunu ifade ediyorlar. Modern zamanların Atina’sı gibi bir yer.
Kendileri doğrudan söylemiyor ama bir şekilde onlar da bu mitolojik dünyanın kahramanları olarak konumlanıyor ister istemez. Hikaye anlatıcılığının tüm temel unsurlarını görüyoruz bu 9 dakikalık epik anlatıda. Tüm dünyayı ailesi olarak gören ve bunun sorumluluğunu taşıyan kahramanlarımız, adeta maceraya çağrı almıştır ve bu kafede bir yolculuğun başındadırlar artık.
Sir Jony Ive bu yeni yolculuğa çıkmadan önce son noktayı koyar.
“Ve ben kesin olarak inanıyorum ki, şu anda bizi daha iyi bir versiyonumuza dönüştürebilecek yeni bir teknoloji neslinin eşiğindeyiz.”
Bak bak görüyorsunuz değil mi kahramanlarımızın amacı çok ulvi. Bizi daha iyi bir versiyonumuza dönüştürmek için bu yolculuğa çıkacaklar. Bu niyetlerini bir de yazıya döküyorlar. Tırnaklı fontlarla. “Önümüzdeki yıl, 2026’da bu yeni ürün ailesinin ilk ferdiyle bizi tanıştırmak için sabırsızlandıklarını” ifade ediyorlar. Harry Gregson-Williams’ın Sir Ridley Scott’ın yönettiği “The Martian” filmi için yaptığı müziğin notaları yükseliyor. Bestenin adı “Making Water.” Yani su yapmak. İnsanların en çok ihtiyaç duyduğu şey.
OpenAI CEO’su Sam Altman, Çarşamba günü çalışanlarına, eski Apple tasarımcısı Jony Ive ile birlikte geliştirmekte olduğu cihazla ilgili bir ön sunuş da yaptı ve onlara planını açıkladı: günlük hayatın bir parçası haline gelmesi hedeflenen 100 milyon yapay zekâ “yoldaşı” üretip dağıtmak. Aynen böyle diyor yoldaş. Bizi de dahil etmek istiyor bu kutsal yolculuğa.
The Wall Street Journal’ın incelediği bir toplantı kaydına dayanan bilgilere göre Altman, çalışanlarına “Burada şirket olarak şimdiye kadar yaptığımız en büyük şeyi yapma şansına sahibiz” dedi. Bunu ne zaman dedi? OpenAI’nin Ive’ın io adlı girişimini satın alacağını ve Ive’a geniş çaplı bir yaratıcı/tasarım rolü vereceğini duyurduğu videonun hemen ardından dedi. 6,5 milyar dolarlık bu satın alımın, OpenAI’ye 1 trilyon dolarlık bir değer katabileceğini ifade etti.
Altman ve Ive, üzerinde çalıştıkları bu gizli proje hakkında birkaç ipucu da verdi. Cihaz:
- Kullanıcının çevresinin ve yaşamının tamamen farkında olacak,
- Göze batmayacak, cepte taşınabilecek veya masa üzerine konabilecek,
- MacBook ve iPhone’dan sonra bir kişinin masasındaki üçüncü temel cihaz olacak şekilde tasarlanacak.
Verilen bu ipuçlarına göre nasıl bir cihaz olacak dersiniz? Benim aklıma hemen “Her” filmindeki gibi kulağa takılan bir şey geldi. Ya da belki Google’ın duyurduğu gözlük gibi bir şey. Ama Jony Ive giyilebilir cihazlardan hoşlanmadığını belirtiyor ve bu projeyi “yeni bir tasarım hareketi” olarak nitelendiriyor.
Böyle yeni cihazlar piyasaya sürmek, özellikle Apple veya Google gibi devlerle rekabet edecek türde cihazlar üretmek kolay bir şey değil. Mesela geçen yıl yine eski Apple çalışanları tarafından kurulan Humane adlı bir girişim, “AI Pin”diye bir cihazı üretti ama başarısız oldu.
OpenAI çok başarılı bir şirket olsa da hâlihazırda büyük zararlar ediyor. Şirket geçen sonbaharda yatırımcılarına 2029’a kadar kâr etmeyeceğini, bu zamana kadar toplamda 44 milyar dolar zarar beklediğini söyledi.
İşte belki böyle bir cihazı üretip doğrudan satmak yerine ChatGPT abonelerine ücretsiz olarak verebilir diyenler var. Abonelik önemli, olmadıysanız hatırlatayım. Öneml iama yeterli mi?
Çünkü meydan okuduğu Apple ve Google’ın çok güçlü avantajları var. İkisi de kendi yazılımlarını üretiyor. iOS iPhone’larda, Android Pixel başta olmak üzere Samsung gibi diğer cihaz üreticilerinde bir standart haline geldi. Kullanıcı alışkanlıklarını değiştirmek hiç de kolay değil.
O yüzden pek çok uzman ve yatırımcı bu iki şirketi yapay zekâ araçlarının kullanıcıya ulaşmasında en etkili kanal olarak görüyor. Çünkü hem donanım ve hem de yazılım onların kontrolünde.
Oysa OpenAI’ın donanım konusunda elinde hiçbir şey yok. Onun sadece ruhu var. O ruha bir beden giydirmek için bu devlere kafa tutması gerekiyor. İşte bize henüz göstermedikleri o gizli cihazı ben o yüzden meşhur 1984 reklamındaki balyoza benzetiyorum.
Çünkü her iki anlatı da eskimiş teknoloji paradigmalarını yıkmak üzerine kurulu. Hatta bu kez daha da büyük bir iddia var gibi. Çünkü 1984’te kırılan dev ekranın yerini başka ekranlar doldurmuştu. Şimdi ekranı bile olmayan gizemli bir cihaz beklentisi oluşturuluyor.
Çevremizin ve yaşamımızın tamamen farkında olan, göze batmayan ama gözü üstümüzde olan, üçüncü türden yeni bir cihaz.