Kategoriler
Bilim Sinema

“The Last of Us”ın zombileştiren mantarları

“Yeryüzü – Planet Earth” muhtemelen tüm zamanların en iyi belgesellerinden biri. Her bölümünde Dünya’daki farklı bir habitatı bize gösteren bu doğa belgeselinin 8. Bölümü ormanlarla ilgiliydi. Gezegenimizin ve içindeki doğal yaşamın elbette çok çarpıcı tarafları var ama bunları daha önce hiç görülmemiş açılardan bize gösterdiği için o belgeselin yayınlandığı 130 ülkeden milyonlarca insan hep beraber ağzımız açık, şaşkınlıkla arka bahçemizde olup bitenleri izliyorduk. İşte o 8. Bölümün bir yerinde karıncaları adeta zombileştiren bir mantar parazitinden bahsetmeye başladı doğa belgesellerinin unutulmaz anlatıcısı David Attenborough. 

  • Bu mermi karıncaları endişe verici belirtiler gösteriyor. Asalak bir mantar türünden olan Cordyseps sporları vücutlarına ve beyinlerine nüfuz etmiş. 

Kordiseps mantarı. Bu bölümü izleyen milyonlarca insandan iki tanesinin dikkatini çekiyor bu mantar türü. Birbirlerini dürtüp izlemeye devam ediyorlar.

  • Zehirlenen beyni, karıncayı yukarı yönlendiriyor. Sonra yön duygusunu kaybederek, alt çenesiyle bir sapı ısırıyor. 

Evet, karıncaya bir şeyler olmaya başlıyor. Bizim belgeselci dede diğer işçilerin hemen o karıncayı koloniden uzak bir yerlere taşıdıklarını söylüyor. Peki neden?

Karıncanın kafasına bakın. Görüyor musunuz? 

  • Cordyseps’in meyve veren gövdesi karıncanın kafasından fışkırıyor. 

Mantar karıncayı ele geçirmiş! Kafasından büyüyor. 3 hafta süren bu büyüme sürecini nefis bir “timelapse” yaparak çekmişler. 

  • Bu mantar öylesine ölümcül ki, tüm koloniyi yok edebilir. 

Ölümcül bir mantar, başka bir organizmayı ele geçiriyor. İşte bu sahneyi izleyen o iki kişiden birinin kafasında birdenbire bir ışık yanıyor. “Yaramaz Köpek” (Naughty Dog) adlı bir oyun şirketinde çalışan bu iki kişi şirket içinde kafalarındaki fikri geliştirmek üzere bir ekip toparlıyor ve yeni bir oyun üzerinde çalışmaya başlıyor. Geliştirdikleri oyunun adı: The Last of Us (Bizden geriye kalanlar)

Tüm dünyayı saran bulaşıcı bir hastalığın 20 yıl gibi bir sürede medeniyeti büyük ölçüde yok etmesiyle ilgili bir hikayesi var bu oyunun. Benim de severek sonuna kadar oynayabildiğim oyunlardan biri. Farklı gruplara ayrılan insanlar, hayatta kalabilmek için birbirleriyle ve bu hastalıkla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. İnsanları adeta zombileştiren bu hastalığa sebep olan şey bilin bakalım ne? 

Cordyseps mantarı. 

Bu yönüyle apokaliptik zombi hikayeleri içinde en gerçekçi temele sahip olanlardan biri TLOU. Böyle “zombi” deyip duruyorum ama TLOU’taki yaratıklar teknik olarak zombi değil. Zaten onu daha gerçekçi yapan şey bu. Daha sonra ikinci bölümü geliştirilen bu oyunun artık bir TV dizisi de var. 

Bugüne kadar bilgisayar oyunlarından yapılan dizi/film adaptasyonları genellikle başarısız oldu ama bu kez asıl materyale çok daha sadık bir yapımla karşı karşıyayız. Dizinin ilk bölümü oldukça iyi sayılabilecek bir rating yaptı. Benim gibi oyunu zaten oynamış kişileri ekran başına topladı. 

Benim ekran başına geçmemdeki bir başka sebep de dizinin “showrunner”ının Craig Mazin olmasıydı. Çok garip bir kişi kendisi. “Hangover” gibi ucuz/yüzeysel komedi filmlerini yazdıktan sonra kariyerinde birdenbire değişiklik oldu ve “Chernobyl” gibi bir dizinin yapımcılığını üstlendi. İzlemeyenler için nefis bir drama, kesinlikle tavsiye ederim. İşte “Chernobyl”i yapan bu showrunner, oyunu yapan ekiple güçlerini birleştirdi ve bu yeni diziyi çektiler. 

Buraya kadar tüm göstergeler iyi. Hikayenin kaynağı olan oyun sağlam, yapımcı sağlam, ratingler de öyle. Ama tüm bunlara rağmen ilk bölüm hakkındaki düşüncem… Neyse birazdan açarım. Muhtemelen bu dizi bir “hayran draması” olacak. Benim gibi oyunu zaten oynamış olanlar için nostaljik bir deneyim. Ama merak ediyorum oyunu oynamamış olanlar ne düşünüyorlar acaba? Mesela “28 Gün Sonra” filmiyle ya da “The Walking Dead” dizisinin özellikle ilk sezonlarıyla kıyaslanabilecek bir yapım var sonuçta ortada. 

Dediğim gibi ben çok objektif düşünemediğim için tabiki severek izledim. Benim gibi oyunseverler ‘Bak işte burası, ne güzel benzerlikleri var’ duygusuyla izledikleri için beğenmiş olabilirler. Anladığım kadarıyla, insanlar kaynak materyalin ‘uyarlanmasını’ değil, daha çok ‘kopyalanmasını’ istiyorlar. HBO da bu isteği anlıyor ve değerlendiriyor. Zaten o yüzden doğrudan oyunu geliştirenler de var dizinin kadrosu içinde. 

Neil Druckmann başta olmak üzere… Kendisi Planet Earth belgeselini izlerken arkadaşını dürten ve “işte tam aradığımız oyun fikri!” diyen kişi. Ve belki de az önce saydığım o kaygı nedeniyle -yani oyunseverleri mutlu edebilmek için- dizinin ilk bölümünü oyuna çok benzetmişler. Bir sahne hariç. 

İlk sahne. 

Dizinin birinci bölümünün açılışında eski bir TV programının setine gidiyoruz. Oyunda böyle bir şey yok. Oynamayanlar için konuya giriş yapmanın çok etkili bir çözümünü bulmuşlar. 

1968 yılında kaydedilen bu TV programında uzmanlar kendi aralarında bilimsel bir konuyu tartışıyorlar. Bulaşıcı hastalıkları.

  • Evet. Madagaskar’da çıkan yeni bir virüs haftalar içinde Chicago’ya ulaşabilir. Böylece küresel bir pandemi ortaya çıkar.

Evet. 2023’ten sesleniyorum. Gayet iyi biliyoruz böyle bir şeyin olabileceğini. Ama 1968’de o stüdyodaki konuklar tatlı tatlı dinliyorlar. Sanki hiçbir zaman başlarına gelmeyecekmiş gibi. 

  • Bütün dünya aynı anda hasta olacak.

Şu sahnedeki vücut diline bir bakın! Baston yutmuş gibi konuşan uzmanımız tam bir sıkıcı bilim insanı stereotipi. Dünyayı uyarmaya çalışıyor ama biz onun tipine ve sıkıcılığına takılıyoruz. Soldaki kişi de bir epidemiyolog. Ama onun vücut dili bize çoktan başka bir hikayeyi anlatmaya başladı bile…

  • Viral bir pandemi olasılığı sizi de geceleri uyutmuyordur herhalde.
  • Hayır. 

Pandemiden korkmuyor, çünkü insanlığın tarih boyunca virüslerle savaş halinde olduğunu söylüyor. Gerçek bir savaşta olduğu gibi bazen milyonlarca insan hayatını kaybediyor. Ama virüslerle insanların bu ezeli mücadelesinde kazanan hep biz oluyoruz. Kayıplara rağmen geliştirdiğimiz mücadele teknikleri bir şekilde işe yarıyor.

Yani virüslerden korkmamıza gerek yok. Bakterilerden de öyle. Hatta insan vücudunun mikrobiyomunu düşündüğümüzde onlarla işbirliği yaptığımızı bile söyleyebiliriz. Zaten ne demiştik? Vücudumuzun yarısından fazlası insan değil. 

Mikroplarla doluyuz. Belki de bizi biz yapan şey onlar. Peki virüslerden, bakterilerden korkmayacaksak neden korkmalıyız?

  • Mantarlar. Mantarlar zararsız görünüyor. Bazı mantarlar var ki, amaçları öldürmek değil, kontrol etmek. 

Elindeki sigaraya baktığımızda bu doktorun çok az şeyden korktuğunu söyleyebiliriz. Ve evet sigara şirketlerinin yoğun lobi faaliyetleri nedeniyle 60’lı yıllarda sigaranın sağlığa zararlı olduğu pek düşünülmüyordu. Kapalı yerlerde, uçaklarda, otobüslerde içilebiliyordu. 

Zaman içinde değişen bu kültür yargılarımızın farkında olalım diye bunları söyledim çünkü dizinin yapımcılarının da amacı bu sahnede o. Şimdi korkmadığımız şeyler ileride başımıza bela açabilir. O yüzden bu doktor virüslerle mantarları kıyaslamaya devam ediyor.

  • Virüsler bizi hasta edebilse de mantarlar algılarımızı çarpıtabiliyor. 

Ki bazı uyuşturucu maddeler o yüzden bazı mantar türlerinden üretiliyor. İnsan beyninin farklı şekilde davranabilmesine yol açıyor. Yani mantarlar sadece karıncaları ele geçirmiyor.

  • Cordyceps mantarının binlerce farklı türü vardır ve şaşırtıcıdır ki her biri belli bir canlı türünde uzmanlaşmıştır. 

Belgeselden diziye dönelim şimdi…

  • Böceklere bulaşan bir mantar var. Örneğin bir karıncanın içine girerek dolaşım sisteminde dolaşıp karıncanın beynine kadar yol alıyor ve halüsinojenlerle doldurarak karıncanın algılarını zorla çarpıtıyor. 

Planet Earth belgeselinin 8. Bölümündeki o sahneyi tarif etmeye başladı. Ve az sonra Dr. Neuman adlı bu karakterin söyledikleri belgeselde David Attenborough’un söyledikleriyle neredeyse aynı şey olacak.

  • Mantar karıncanın hareketini yönlendirmeye, nereye gidip ne yapacağını söylemeye başlıyor. Adeta bir kuklacı gibi.

Pinokyo masalını analiz ettiğim videoda bahsettiğim gibi, çok sağlam bir motif bu. Kukla ve kuklacı. 

  • Bir kuklacının, kuklasının iplerini çekmesi gibi bir şey, hareketlerinin kontrolünü ele geçirmiş

Ama işler daha da kötüleşiyor. Kurbanını adeta bir kuklaya dönüştüren bu kuklacı mantar, hayatta kalabilmek için yiyeceğe muhtaç. Ele geçirdiği hayvanı içeriden tüketmeye başlıyor. Onu kontrol ediyor, kullanıyor ama ölmesine izin vermiyor. Çürümesini engelleyerek onu hayatta tutuyor. 

(Dizi ve belgesel aynı anda).

Kurguyla kurgu dışını ayırmamızın zamanı geldi. Bu duyduklarımızın hepsi de doğada ve hatta belki de arka bahçenizde her gün meydana gelen olaylar. Mantarlar bazı canlı türlerini ele geçiriyorlar. 

  • Bu soğanlı kaptan hava akımına karışacak olan sporlar kendilerine daha başka karınca kurbanlar bulacaklar. 

Sadece karıncalar değil. Başka böcekler ve hatta bazı sürüngenler, yani soğuk kanlı hayvanlar mantar enfeksiyonlarına yakalanabiliyor. Ama insanların vücut sıcaklığı yüksek olduğu için mantarlar açısından pek elverişli değil. Peki ya insanların vücudu gibi gezegenimizin kendisi de ısınmaya başlar ve o mantarlar da daha sıcak ortamlarda yaşamaya alışırsa ne olur? 

“Peki ya…” diye başlattığınız tüm sorularda olduğu gibi ilgi çekici bir hikaye başlar. 

  • Peki ya, örneğin, dünya biraz daha ısınsa?

Evet. 2023’ten sesleniyorum. Gayet iyi biliyoruz böyle bir şeyin olabileceğini. Hatta 2023’ün en soğuk olması gereken günlerindeyiz ama ne kar yağıyor ne de yağmur. Bilim insanları 2030’a kadar “son 12 yıl” diye uyarıp duruyorlardı. Ama biz onları baston yutmuş gibi konuşan sıkıcı stereotipler olarak gördük ve söylediklerine kulak asmadık. 

İşte oyunu oynamayanlar için TLOU evrenindeki olayları açıklayan böyle bir sahne o yüzden tüylerimizi diken diken ediyor. İklimdeki çok ince bir değişiklik, bu yeni yüksek sıcaklıklarda hayatta kalmaya izin veren tek bir mutasyon olasılığını ortaya çıkarabilir diyor bu doktor. 

  • Tek bir gen mutosyonuyla asklı mantar, kandida, ergot, kordiseps, aspergillus… herhangi biri beynimize yuva kurarak milyonlarca değil, milyarlarca insanın kontrolünü ele geçirebilir. 

Harika bir serim. Bu arada hemen belirteyim bu sahneye ilham veren bir TV programı 60’lı yıllarda gerçekten de varmış. Peki iklim değişikliği insanlarda mantar enfeksiyonlarının artmasına yol açabilir mi? Büyük ihtimalle hayır. Ama kutuplardaki donmuş toprakların erimesi oradaki bakteri ve virüsleri serbest bırakabilir ve bu gerçek bir tehdit.

Oyunun hikayesinde bir gazete haberi var. Buradan ve başka bazı ipuçlarından yola çıkarak mantarların önce mahsüllere bulaştığını öğreniyoruz. Hatta radyoda Jakarta’daki bir kaostan söz ediliyor. Gerçekten de Endonezya’da dünyanın en büyük un değirmenleri var.

Eğer mantarlar bir şekilde insanlara bulaşacaksa önce temel gıda maddelerini etkilemesi son derece mantıklı. Bununla ilgili tarihte yaşanmış bazı olaylar var. Mesela Fransa’daki bir kasabada ekmekten bulaşan bir ergot zehirlenmesi olmuştu. Uzunca bir süre bu saykedelik mantar yüzünden halkın halüsinasyonlar gördüğü ve hatta 5 kişinin ölümüne yol açan bu olaylar zincirinin gizli servislerin işi olabileceği gibi iddialar ortaya atılmıştı. Yani biyolojik savaş iddiaları. Sonradan bazı akademisyenler bunun mümkün olamayacağını, burada iddia edildiği gibi, ergot kontaminasyonunun bir fırında yalnızca bir çuval tahılı etkilemeyeceğini söyledilerse de gerek oyuna ve gerekse yeni başlayan diziye bunun gibi hadiselerin etki ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Haberdeki yaşlı kadın fotoğrafı resmen dizideki bu yaşlı kadına dönüşmüş gibi. 

Ne kadar fantastik olurlarsa olsun hikayeler, gerçek hayatla örtüştüğü ölçüde etkili oluyor. TLOU’daki enfeksiyonun dört aşaması bile doğadaki mantarların bulaştığı hayvanlarda dört aşama halinde görülebiliyor

Yellowstone Ulusal Parkı’nı gezerken gördüğümüz kurtlardan bazılarının beyinlerini kontrol eden parazitler olduğunu söylemişti uzmanlar

İşte tüm bu olasılıklar bizi kaygılandırmaya yetiyor ve bu kaygının çekiciliği bize bilgisayar oyunlarını oynatıyor ya da televizyon dizilerini izletiyor. Yani aslında beynimizi kontrol etmek için mantarlara pek de ihtiyacımız yok gibi. Karşımızdaki ekranlar yeter. Kara aynalar. Belki de o yüzden o ilk sahnenin sonundaki konuşmada derin bir anlam katmanı daha var. Mantarların insan aklına bulaşma olasılığından söz ederken söylenen şu sözlere eşlik eden görüntülere dikkat edin.

  • Aklı zehirlenmiş milyarlarca kukla, sürekli olarak tek bir ortak hedefe odaklanmış durumda.

Mantarlardan değil kuklacılardan ve kukla olmaktan korkmak lazım. Çünkü bunun tedavisi yok. Ve bir kere kukla olursak ne olacağız biliyor musunuz?

  • Bu durumda ne olacak?
  • Kaybedeceğiz.

““The Last of Us”ın zombileştiren mantarları” için bir yanıt

Merhaba pinokyo yeni filmi vizyona girecek ne diyorsunuz sice gitmeye değer mi Barış Bey?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir